Bu hafta yazıya “nihayet meşhur ABD seçimlerini geride bıraktık” girişi ile popüler bir başlangıç yapmayı çok isterdim. Her ne kadar geride kalmış gibi görünse de teknik olarak süreç devam ediyor. Bir süre daha da devam edecek gibi duruyor. Bir zamanlar “dünyanın jandarması” olarak nitelendirilen, demokrasiye katkı sağlayan kurum ve yapıları ile öne çıkan ABD’de süreç kimileri için sürpriz olarak görülse de esasen şaşırılmayacak şekilde kilitlendi.
Hikayeye durup baktığınız yere göre yaklaşımınız değişebilir. Ancak, ABD’de seçimlerin bir şekilde “salıncak eyalet” denen kritik noktalarda düğümleneceği ve kaderi belirleme rolü üstleneceği bir nevi davul ve zurnayla gelmiş durumda. Nitekim bu şekilde gelişmeleri de birkaç gündür takip eder durumdayız. Bu yazının kaleme alındığı dakikalarda henüz Senato’nun kimin kontrolüne geçeceği belli değil. Delege sayısında da Biden Trump’a karşı 264-214 yarışı önde götürüyor ama her şey bitti diyemiyoruz.
ABD seçimlerinin öncesi de sonrası da piyasa fiyatlamaları açısından enteresan dersler taşıyor. Bunları bir köşeye not edip yeni dönemin dinamiklerini anlamakta ciddi fayda var. Net şekilde bilinen ezberler bozulmuş, trend, risk iştahı, pozisyonlanma gibi kavramların domine ettiği farklı bir ortamın içerisinde olunduğu gerçeği ile hayatımıza devam etmek en sağlıklı yaklaşım olsa gerek. Bu seçim sürecini daha öncekilerden ayıran ilk nokta öncesinde ciddi ölçekte bir risk iştahı bozulmasını ve fiyatlamalarda pozisyon birikmesini takip etmemiş olmamız. İçerisinden geçtiğimiz pandemi döneminin de anormal etkileri kaynaklı sağlıklı fiyatlama kanalları çalışmıyor. Globalde yeniden artan vakalara karşı devam eden aşı çalışmaları ve henüz net sonuç alınmamasına rağmen katsayısı yüksek beklenti kanalı terazi kefesinde ağır basıyor. Dahası, sandıktan ne sonuç çıkarsa çıksın bunun hisse senetleri pozitif ortamı destekleyeceği düşüncesi bir nevi “pozisyonlanma” kavramının açıklaması. Yani, bu kez bozulmayan pozisyonların gelecek dönem beklentilerini yendiği bir süreç yaşadık. Yaşıyoruz da.
Bir diğer önemli ders de 3 Kasım sonrası oluşan belirsizliğin fiyatlamaların kenarından geçmeyecek şekilde yansıma göstermemesi. Oysaki sandıktan belirsizlik çıkmış, 6 Kasım tarihi itibarıyla ABD’de kimin başkanlık koltuğuna oturacağı sorusuna yanıt vermekte güçlük çekiliyor ve Senato dağılımı da hala daha ihtimal senaryoları üzerinden yorumlanıyor. Peki ya fiyatlamalar? Oralı değil bile.
Pandemi ile gelen yeni belirsizlik sürecinin daha önce emsali görülmemiş ölçekte boyutlara ulaşması merkez bankalarının da kullanabilecekleri araçlar ve iletişim konularında kendilerini aşmasına zemin hazırladı. Üstelik bu kez 2008-09 krizi sonrasının tartışmalı başlığı olan kamu maliyelerinden sağlanacak destekte ciddi adımların atılmaması konusu da rafa kalkmış durumda. Yerküre üzerinde neredeyse her noktada para ve maliye politikaları eş zamanlı gevşetilirken, devlet finansmanları da “finansal istikrarı sağlama” başlığı üzerinden merkez bankalarına kalmış durumda. Yani, salgının getireceği maliyetler merkez bankalarının alımları ile finanse edilir durumda ve ortadan kalkması yakın gelecekte pek kolay görünmüyor. Bu da bir diğer altta yatan piyasa tepkisinin açıklaması.
Bitti mi? Hayır. ABD’de Beyaz Saray ve muhalefet ve hatta Temsilciler Meclisi’nin çoğunluk lideri (Cumhuriyetçi Parti’den geldiğini hatırlatalım) mali teşvik paketi konusunda uzlaşı sağlayamıyor. Paketin içeriğinden ziyade yatırımcıların odaklandığı kısım rakamı. Yani, büyüklüğü. Uzayan seçim süreci burası için de net şekilde risk taşımasına rağmen etki-tepki mekanizması öyle çalışmıyor. “Belirsizliğin daha çok teşvik için alan açacağı” fikri destekleniyor.
Net/net: Farklı birçok başlığın anlamakta güçlük çeksek de fiyatlamaları etkilediği bir garip dönem bu. Beklenti kanalı belki de daha önce hiç böylesine kuvvetli çalışmamıştı. Hakkını verelim yeni bir durum da değil. Yaklaşık 1-1.5 yıldır bu temayı konuşuyoruz. Merkez bankaları piyasa fiyatlamalarından “beklenti kanalı” için ders çıkarır mı dersiniz?