Benim yaşımda olup da Ayten Alpman’ın o benzersiz sesiyle söylediği “Bir başkadır benim memleketim” şarkısını hatırlamayan ve özlemeyen var mıdır bilmiyorum. Ben bugün bu başlığı kullanırken Ayten Alpman’ın unutulmaz şarkısına değinmeden edemedim ama “bir başkadır benim memleketim” derken onun şarkısına esin kaynağı olan ülkenin değil bugünkü Türkiye’nin nasıl başkalaştığını gösteren gelişmelere odaklanacağım. Türkiye’nin bugün nasıl kendine özgü bir ülke haline geldiğini daha doğrusu getirildiğini göstermeye çalışacağım.
İki cami arasında binamaz kalmak
Türkiye’de ekonominin şu anda hangi noktada bulunduğunu anlatmak için gazetemizin Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ ile konuğu Ali Ağaoğlu’nun haftalık Şans Sohbetleri’nden alıntı yapacağım. Zaten okumuş olanlar için belki tekrar olacak ama gazetemizde önceki gün yayınlanan sohbette Güldağ geçen hafta iş dünyasıyla yaptığı temasları anlatırken şöyle diyor: “Geçen hafta İstanbul’da çok önemli sanayicilerle birlikteydim. Yılsonu Dolar tahminlerini konuştuk, 35’den 48’e kadar uzanıyordu tahminler. Bir başka toplantıda ticaret erbabıyla bir aradaydık, yılsonu enflasyon tahminleri %50 ile %80 arasında dolaşıyordu.”
Ağaoğlu Güldağ’a cevap verirken “piyasada bir likidite fazlası var. Bu para politikasının verimli çalışmasını engelliyor, bunun çekilmesine ihtiyaç var” deyince Güldağ şu ilginç cevabı veriyor: “Rota doğru da parazit yapan o kadar çok şey var ki yolda, sinyaller birbirine karışıyor. Bir yandan ihracatçının rekabetçiliğini kaybetmemesi, bir yandan da KKM’den dönüşte TL.ye geçişin sağlanması lazım. Ama ne ihracatçı tam desteklenebiliyor ne TL.ye geçiş hattı güçlenebiliyor. Ne mevduat faizi politika faizinin üzerinde kalabiliyor ne kredi kartı borçlanmasının önü kesilebiliyor. İki cami arasında binamaz kalmak derler ya..”
Ağaoğlu ona cevap verirken, “Güzel söyledin, ne yardan ne serden vazgeçemediğimiz bir durumdayız” diyor ve şöyle devam ediyor: “Görünen o ki politikanın bir anlaşma noktasında ağırlık kazanabilmesi için yerel seçimin geride bırakılması lazım.”
Bu çıkmaza nasıl sürüklendik?
Şimdi bugün bunları yaşarken Türkiye ekonomisinin bu çıkmaza nasıl sürüklendiğini hatırlamamız gerekiyor. Ekonominin siyasetin aracı olarak kullanılmasının, büyümeyi pompalamak için TCMerkez Bankası’nın asli işlevini yapamaz hale getirilmesinin bize nelere malolduğunu, Türkiye’nin neden “Gri liste”ye alındığını ve çok ihtiyaç duyduğu dış kaynaktan yoksun kaldığını hatırlamak gerekiyor.
Şu anda Türkiye’de ekonomi yönetiminin başında bulunan Mehmet Şimşek’in ülkeyi çıkmaza sürüklemiş olan akıldışı politikalardan vazgeçmek koşuluyla bu görevi kabul ettiğini de unutmamak gerekiyor.
Bir başkadır benim iktidarım
Türkiye’nin 2017 yılı sonundan itibaren yetersiz kaynakla hızlı büyümeye heveslenmesinin nelere mal olacağını anlatmak için Dünya gazetesinde 100’den fazla yazım yayınlandı o dönemde. ‘Tek Adam’ yönetiminin ekonomiyi siyasetin bir aracı olarak kullanmaya başlamasının nelere yol açabileceğini anlatmaya çalıştım bu yazılarla. Hiçbir işe yaramadı tabii. İktidar bildiğini okumaya devam etti, kendi zenginlerini yarattı, Türkiye’yi bir kez daha enflasyon sarmalına soktu.
Ne yazık ki Türkiye’deki muhalefet de Beştepe Sarayı’ndan yönetilen ekonominin ülkeye ve topluma maliyetinin kapsayıcı bir bilançosunu ortaya koyamadı bugüne dek. Yerel seçime de böyle girilecek her halde, iktidar seçim gününe kadar seçmene şirin gözükmek için elinden geleni yapacak. Seçmene rüşvet dağıtmaya devam edecek. Muhalefetin ne yapacağını ise ben de bilmiyorum.