Kazı çalışmaları Sabancı Vakfı tarafından desteklenen Metropolis antik kentine geçtiğimiz aylarda yaptığım yolculukta (https://www.ekonomim.com/yasam-keyfi/metropolis-antik-kentinde-bir-gun-haberi-645368) Roma hamamında bulunan havuzların ısıtıldığı praefurnium alanında bir cam üretim fırını tespit edildiğini, Erken Bizans Dönemi’nde işlevini kaybeden hamam yapısının bir “cam üretim atölyesi” olarak kullanılmış olabileceğinin düşünüldüğünü öğrenmiştim.
Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serdar Aybek başkanlığındaki kazı ekibi, bu bulguyu deneysel arkeoloji çalışmaları için değerlendirmiş ve antik teknoloji bilgilerini temel alarak bir cam fırını inşa etmişti. Burada, bin 500 yıl önce üretilen Metropolis’e özgü cam bardakların yeniden üretilmesi planlanıyordu. Kalıplar, her şey hazırdı. O gün, bin 500 yıllık bardaklardan birine dokunma fırsatını da bulmuştum…
Metropolis gezimden bu yana, yıllardır meraklı olduğum konulardan birisi olan “cam” üzerine yazmayı planlıyordum, fırsat bugüneymiş.
Yıllardır biriktirdiğim cam objelerden birkaç tanesi ya çalışma masamda veya hemen karşımda, başımı kaldırdığımda görebileceğim bir yerlerde durur. Cam tutkusu, ilk kitabımın kapağına da yansımış, Oğlak Yayınları’ndan çıkan “Beklemek ve Ummak”ın üzerinde, Mine Tezer’in objektifinden şekillenmekte olan erimiş bir camın görkemli görüntüsü yer almıştı…
Peki, camı birkaç paragrafta nasıl anlatabilirdim?
“Çoğunlukla saydam veya yarısaydam halde kullanılan, genellikle sert, kırılgan olan ve sıvıların muhafazasına imkân veren inorganik malzeme” olarak tanımlanıyordu. Yani diğer sözcükler; örneğin elma, kitap, kum, deniz, bardak deyince gözümüzün önüne geldiği gibi biçimi olan bir nesne değil. Bir prosesin sonunda oluşan malzemenin ismiydi...
İlk camların, volkan patlamalarında lavların ısısıyla kumların erimesi sonucu doğal olarak oluştuğu tahmin ediliyordu. İnsan yapımı olanlar ise M. Ö. 5 binlere kadar tarihleniyordu. Suriye, Mısır, Kıbrıs, Rodos camın ilk üretildiği yerlerdi. M. S. 330’larda cam ustaları Bizans’a yerleşmişler, 590’lara gelindiğinde kilise pencerelerinde cam kullanılmaya başlanmıştı. 600’lerde üretilen camlar, tüm dünyadaki kiliselerde aranılır olmasıyla Venedik’i, daha doğrusu üretimin yapıldığı Murano Adası’nı tüm dünyaya tanıtan bir yer haline getirmişti.
Ülkemizde cam yapma sanatı Selçuklularla beraber başlamış ve İstanbul'un alınmasıyla gelişmişti. Daha o senelerde İstanbul ve çevresinde birçok cam atölyesi vardı. Çubuklu yakınlarında kurulan kristal cam imalâthanesinde çeşm-i bülbül adı verilen camlar üretiliyordu.
Türkiye'de çağdaş anlamda ilk cam fabrikası, 1935 yılında Türkiye İş Bankası tarafından Atatürk'ün direktifleriyle kurulmuştu ve yaptığı büyük ölçekli yatırımlarla yarattığı katma değeri bugün, Türkiye sınırlarının da ötesine taşıyordu...
Genel olarak anlatabileceklerim böyle, birkaç ilginç bilgi ile bugünkü yazımı bitirmek istiyorum:
Nazar boncuklarının kırılmak için yapıldığını biliyor musunuz? Birbirinden farklı karakterlerde mavi, beyaz, sarı camlar bir araya getirildiğinde çıkan ürünün kırılmaması imkânsızmış... Er geç çatlıyormuş ve biz, bunu nazara bağlıyormuşuz!
Cam üretiminde içinde bulunulan mevsim, dışarıda esen rüzgârlar bile çok önemliymiş... Örneğin yaz aylarındaki üretim sırasında kışa göre çok daha fazla cam kırılıyormuş.
Cam üretimi son derece maliyetliymiş bu nedenle de devlet desteği veya çok güçlü bir kuruluşun bünyesinde olmadan yapılan çalışmaların, butik değil de büyük ölçekliyseler, başarı şansları hemen hemen yok gibiymiş... Bu varsayım yalnız ülkemiz için değil, tüm dünyada da geçerliymiş. Bin 300 derece sıcaklıktaki fırının 24 saat aynı ısıda yanma ve sürekli üretim yapma zorunluluğu maliyet yüksekliğinin göstergelerinden birisiymiş. Bu ısı biraz düşecek olsa, fırın kullanılamaz hale geliyormuş...
Kırılabilecek cam ürünleri depolamanın da maliyeti çok yüksek olduğundan hemen satılacağı bölgelere transfer etmek gerekiyor ve onunla birlikte bu kez de ambalaj sorunu çıkıyormuş... Kırılmaya ve örneğin suya dayanıklı ambalajlar üretmek gerekiyormuş...
Cam, muhteşem bir konu... Metropolis’teki o cam fırını ve bugün de güzel görünen bin 500 yıllık bardak hâlâ gözlerimin önünde. Çok güzel hikâyeler, kurulacak hayaller barındırıyor cam; her biri okumaya, anlatmaya, düşünmeye değerler… Onları bu köşeye sığdırabilmem mümkün değil, bu tadımlık notlardan sonra siz de konuya eğilirseniz keyif alacağınıza eminim...