Sözcük dağarcığı tamam
Eskiden proje yaptığım kurumların birinde bahçıvanlık yapan bir genç vardı. İngilizceye merak sarmıştı. Bir yerlerden de CD’lere kayıt edilmiş İngilizce kursu bulmuştu. Her fırsatta İngilizce çalışıyordu. Aradan birkaç yıl geçti. Yine o firmaya uğradığımda baktım bahçıvan yine eski CD’ler ile uğraşıyor. Ben de “Artık o aşamaları geçtin. Senin sözcük dağarcığını, yani “Vocabulary”ini geliştirmen gerek. İngilizce kitaplar okumalısın” dedim. Genç bahçıvan kendinden çok emin biçimde, gururla “Hocam, vocabulary kısmı tamam” dedi. Çünkü genç, İngilizceyi sadece CD’lerinde bulunan sözcüklerden ibaret sanıyordu. Örneğin, Webster Sözlüğünde (Webster's Third New International Dictionary of the English Language) kelime sayısının 476 bin olduğundan haberdar değildi.
Arz da biliyor, talep de
Chicago’da yaşarken kendisini gazeteci olarak tanıtan birisi ile tanışmıştık. Kendisi Türkiye’de çıkan bol boyalı bir bulvar gazetesinin temsilcisi idi. Zaman zaman da yarım yamalak İngilizcesi ile çevirdiği bazı haberleri bu gazeteye yollardı. Gazete de basardı. O zaman o günün gazetesini yanında taşır, her fırsatta da yeni tanıştığı kişilere gösterirdi. Bir milli bayramda Türkler olarak bir araya gelmiştik. Bu gazeteci bizim bulunduğumuz gruba geldi. Laf lafı açtı derken ekonomi doktorası yapan bir arkadaşa döndü “Abi sen “supply” (arz) biliyorsun, “demand” (talep) biliyorsun. Sen niye bir gazeteye ekonomi yazıları yazmıyorsun?” dedi. Ekonomist arkadaşımız alçakgönüllü bir biçimde olayı gülümseyerek geçiştirdi. O gazeteci gözünde ekonomi bilmek, “Arz ve talep” bilmekten ibaretti.
Elektürüğü bilür
Bir apartman dairesinde oturuyorduk. Bir gece birden karanlığa büründük. Pencereden baktım, bütün mahalle aydınlıktı. O zaman sorun sadece bizim apartmanda dedim. Koridordaki lambaları kontrol etmek üzere sokak kapısını açtım. Elektrik düğmesine basmaya bile gerek olmadı. Çünkü koridor aydınlıktı. Koridorda da karşı daireye bir şey getirmiş kapıcı Fahri vardı. Beni kapıda görünce sordu “İyi akşamlar Uğur Bey, ne oldu?” dedi. Ben de “Elektrikler gitti” dedim. Bunun üzerine Fahri “Sigortadır” deyip hemen müdahale etti ve ışıklar tekrar yandı. Bu olaydan birkaç gün sonra dışarı çıkarken bizim kapıcıyı sokak kapısı önünde karısı ile gördüm. Kapıcıyı biraz onurlandırmak istedim. Karısına “Sağolsun, geçen akşam Fahri sayesinde karanlıkta kalmaktan kurtulduk.” Kapıcının karısı gururla “Bizimkü elektrüğü bilür” dedi. Aslında Fahri’nin elektrik bilgisi sigortanın ötesinde değildi. Ama karısı ona bir elektrik mühendisi kadar paye veriyordu.
Ego formülü
Geçenlerde bir eğitim notu hazırlarken internette rastladığım bir formül çok hoşuma gitti. Formül, bir gerçeği çok özlü biçimde şöyle dile getirmiş:
Ego=1/Bilgi.
Bu formülü şöyle okuyabiliriz. Kişinin bilgisi arttıkça egosu azalır; ne kadar bilgili ise o kadar alçakgönüllü olur. Diğer taraftan bilgisi ne kadar az ise egosu o kadar yüksek olur.
Bir yorum
Evet, bilgi çok değerli bir birikimdir. Bilgili kişi de çok faydalı kişidir. Bilgi ne kadar yararlı ise, yarım yamalak bilgi de o denli zararlıdır. Yarım yamalak bilgi ile bireyler kendilerine, ya da daha kısıtlı bir çevreye zarar verebilirler. Ama kişi önemli bir işin başında ise bu zararın tesir alanı daha yüksektir.
Kişinin ne kadar bildiğini ya da ne bilmediğini bilmesi çok önemlidir. Bazen safça bazen de ego nedeniyle kişiler bu sınırı bilmez. Sınırlı, yüzeysel bilgileri ile bilginin derinliği o kadar sanırlar. Yukarıdaki ilk iki öyküde yaşanan budur. Bazen de kişinin çevresindekiler, ondan daha cahildir; Fahri’nin karısı gibi. Bu cahil çevre, kişiyi yüceltir. Kişinin dağıtabileceği olanaklar çoksa çevresi daha da geniş olur. Çevresindeki dalkavuklar “Efendim hikmet buyurdunuz.” diyerek kişinin cahilliğine övgü düzerler. Derken yukardaki “ego formülü” devreye girer; cahil kişi, bilgeliğine kendi de inanır. Cahil cesareti ile kendisini o işin piri bile ilan edebilir. Çünkü kişinin cahilliği, yarım yamalak bilginin sığlığındaki gibi sakin durmaz.