ABD’de Joe Biden’ın başkanlık yemini etmesiyle birlikte, Amerikan dış politikasında taşlar da yerine oturmaya başladı. Biden’ın gerek başkanlık konuşmasından, gerek hemen ertesinde attığı ilk adımlardan, dış politikadaki önceliğinin Doğu olduğu ortaya çıktı.
Doğu derken, Rusya ve Çin’in kastedildiğini söylemek gerek; Biden’ın Başkan olarak ilk aradığı dünya liderlerinden birinin Rus Lider Vladimir Putin olması tesadüf değil.
Daha da ilginci, Biden-Putin telefon görüşmesinden sonra Kremlin ve Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaların birbirinden çok farklı unsurlara ağırlık vermesi.
Kremlin açıklamasında daha çok iki liderin üzerinde uzlaştıkları konulara ağırlık verilmiş; “İki ülke arasındaki normalleşmenin dünya istikrarına katkısı” ya da “start anlaşmasına dönüş” gibi.
Ancak Beyaz Saray açıklamasında bundan fazlası var. Beyaz Saray, ABD ile Rusya arasındaki sorunların da altını kalın çizgilerle çizmiş açıklamada; Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, Rus istihbaratının Afganistan’da görev yapan Amerikan askerlerinin öldürülmesi için ödül koyduğu iddiaları, Rusya’nın ABD seçimlerine müdahale çabaları ve Rus muhalif Navalny’nin zehirlenmesi.
Elbette burada bir “Navalny parantezi” açmak gerekiyor;
Kim bu Navalny? Rusya için ne anlama geliyor?
Biden’ın başkanlık görevine başlamasıyla eş zamanlı olarak, tedavi gördüğü Almanya’dan Rusya’ya dönen döner dönmez tutuklanan Navalny, “muhalif lider” olarak tanımlanıyor.
Rusya’daki Putin yönetimine muhalif olduğu kesin ama, “lider” konusunda soru işaretleri var;
Öncelikle bir partisi yok. Bir dönem içinde siyaset yaptığı liberal Yabloko Partisi’nden 2007’de aşırı milliyetçi görüşleri nedeniyle ayrılmak zorunda kalmış. Sonrasında da ırkçılığa varan açıklamaları var; Ukrayna’dan hile ile/zorla alınan Kırım’ın Rusya’ya ait olduğu konusunda Putin’le hemfikir. Rusya Federasyonu içindeki Kafkas halklarına karşı ise, hakaret içeren sıfatlar kullanmış bir isim.
Sosyal medyayı iyi kullanarak, özellikle Putin öncesi dönemi hiç yaşamamış gençler üzerinde etkili. Ülkeyi yöneten Putin ve partisinin yolsuzluklarını ifşa ederek taraftar topluyor. Dolayısıyla Rusya’daki toplumsal rahatsızlığın dışa vurumu açısından kolaylaştırıcı etki yaptığı aşikar. Ancak gösteriler için sokaklara çıkanlar arasında sadece kendi destekçileri yok; Mesela bazı partiler sokağa kendi bayrakları altında çıkmayı tercih ettiler. Muhalefetteki Rusya Komünist Partisi ise Navalny’yi “Batı’nın adamı” olarak görüyor. Nitekim, tam da Biden başkanlık görevini devraldığında Almanya’dan Rusya’ya dönmesi de oldukça manidar görülüyor.
Biden-Putin telefon görüşmesinde Navalny konusunun bu kadar ağırlıklı geçmesini de, Washington’da yükselmeye başlayan Rusya’ya “Navalny yaptırımı koyalım” seslerini de bu açıdan okumak gerekir.
Bir sonraki çatışma alanı Tayvan mı?
Biden’in başkanlığının dış politikada bir başka önceliği ise Çin olacak gibi duruyor.
ABD Ticaret Temsilcisi olarak Çin hakkında oldukça şahin görüşleri olduğu bilinen KatherineTai’yi ataması, Biden’ın ticaret alanında Trump’ın Çin’i sıkıştırma politikasına devam edeceği olarak yorumlanıyor.
Ancak bu kadar değil;
Biden, Çin’i diplomatik ve askeri anlamda da sıkıştıracak gibi.
Trump’ın Dışişleri Bakanı Pompeo’nun, Çin’in uygur Türklerine karşı uyguladığı baskıcı politikaları “soykırım” olarak nitelemesini Biden’ın Dışişleri Bakanı Tony Blinken’ın da paylaştığı ortaya çıktı. Blinken, “Trump’ın Çin’e karşı sert yaklaşımını- uyguladığı bazı yöntemleri onaylamasa da- doğru bulduğunu” da söyledi Senato onay oturumunda.
Askeri anlamda ise ABD uçak gemisi Theodore Roosevelt liderliğinde bir savaş gemisi filosunun Güney Çin Denizi’ne gönderilmesi önemli bir gösterge; ABD, Çin ile Tayvan arasındaki gerginlikte, Tayvan’ın yanında duracağını daha açık ortaya koyamazdı her halde.
Türkiye konusu AB’ye mi havale?
Biden’ın ve ekibinin göreve başladıktan sonra yaptıkları ilk açıklamalara bakıldığında ise, Türkiye ile mevcut sorunları vurgulamakla beraber, bunun “öncelikler arasında” olmadığına ilişkin bir görünüm ortaya çıkıyor.
Biden yönetiminin Türkiye ile sorunlu ilişkilerine eğilme işini, en azından başkanlık döneminin ilk aylarında, Avrupa Birliği’ne bırakacağını söylemek her halde yanlış olmaz.
Biden’ın ne başkan seçildikten, ne de yemin edip koltuğa oturduktan sonra (bu yazı kaleme alındığında herhangi bir temas olmamıştı) şahsen Cumhurbaşkanı Erdoğan’la, ekibinin ise AK Parti hükümet üyeleriyle hala doğrudan konuşmamış olmaları da bunun göstergesi.
Nitekim Ankara da bunu görmüş olmalı ki, AK Parti hükümet yetkilileri Batı ile ilişkileri düzeltmenin yolunu Brüksel’de, Paris’te, Berlin’de aramaya başladılar bile.
Batı ile ilişkilerin, içinde Yunanistan’ın ve Türkiye’nin resmen tanımadığı Kıbrıs Rum Kesimi’nin olduğu AB üzerinden iyileştirilebileceğini düşünmek ne kadar gerçekçi? Bunu zaman gösterecek elbette..