TUNÇ DİPTAŞ
tunch@tunchdptas.com
Amerika’da 1954 yılında 22 çocuk bir ay sürecek bir yaz kampına davet edildi. 12-14 Yaşlarındaki çocuklar yaz tatilinin keyfini çıkarmak için kampa geldi. Kampın sorumlusu çocukları iki gruba ayırdı ve onları farklı bölgelere gönderdi. Her iki grup ayrı ayrı yüzme, trekking gibi çeşitli aktivitelere katılmaya başladı. Arkadaşlıklar geliştirip kendi gruplarına “kartallar” ve “yılanlar” isimlerini koydular. Bu isimlere uygun giysi talep ettiler.
“Kartallar” ve “yılanlar” kısa bir süre içerisinde kendi kurallarını ve hiyerarşisini oluşturdu. Gruplarının başına lider seçti ve kendi bayraklarını yarattı. Ast ve üst ilişkisi belirmeye başladı.
Kampta ikinci hafta
Kampın sorumlusu çocukların keyifli vakit geçirmesini istiyordu. Bir yarışma düzenleyeceğini ve bir hafta sürecek yarışma boyunca çeşitli oyunlar oynanacağını çocuklara bildirdi. Her oyun sonunda kazanan grup ödüller alırken, kaybeden gruptaki çocukların eli boş kalacaktı.
Yarışmanın içerisinde her iki grubu da zorlayacak kurallar vardı. Örneğin oyunu kazanan çocuklar yemek yenilen yere daha çabuk ulaşıyordu. Kaybeden gruptaki çocuklar ise daha geç ulaştığı için artıkları yiyordu. Bazen aç kaldıkları oluyordu.
Günler geçtikçe çocuklar birbirlerine kızmaya ve sözlü sataşmalara başladılar. Birbirlerinin bayraklarını yakmaya kadar giden şiddetli tartışmalar çıkıyordu.
Bu çocukların tamamı iyi ailelerden seçilmişti. Hepsi iyi eğitim almıştı. İçlerinden bazıları kamp öncesinde iyi arkadaştı. Ancak şimdi hepsi karşı gruptaki diğer çocukları düşman gibi görüyordu.
“Yılanlar” grubundaki çocuklar oyunları kaybediyordu. Bu yüzden yemeklere geç gidiyor, geriye kalan yemekleri yiyor, bazen doymadan masadan kalkıyorlardı. Bir süre sonra “yılanlar”, “kartallar” grubundakilerin yemek ve giysilerini çalmaya başladı. İkinci haftanın sonunda çocuklar, kamp sorumlusu ve çalışanlar araya girmese tekme tokat birbirlerine girecek duruma geldi.
Bazı şeyler değişmeliydi. Kamp sorumlusu ve çalışanlar bir araya gelip düşünmeye başladı. Çocukların tekrar bir araya gelmesi için ne yapmalıydı?
Kampta üçüncü hafta
Üçüncü hafta başladığında çocukların birlikte film seyretmesi için ortam hazırlandı. Açık havada sinema keyfi için her iki grup davet edildi. Gruplar ayrı ayrı oturmayı ve birbirleri ile konuşmamayı tercih etti. Filmi seyrettikten sonra herkes kendi bölgesine dağıldı.
Her iki grubun katılması için çeşitli eğlence aktiviteleri düzenlendi. Ancak görüldü ki “yılanlar” ve “kartallar” birbirlerine yaklaşmamayı tercih etti. Tam bu sırada kampın sorumlusunun aklına müthiş bir fikir geldi. Kampın suyunun içildiği çeşmeye giden kaynağı çalışanların da yardımıyla tıkadı. Her iki grubun üyelerini çağırdı ve onlara kaynak açılmazsa susuz kalacaklarını söyledi.
Kartal ve yılan grupları çekişmeyi bırakıp birlikte çalışmaya karar verdi. Sözlü sataşmalar sona ermişti. Çocuklar beraber çalışarak suyun kaynağını açmayı başardılar.
Kampın son gününe kadar çocukların birlikte başarabileceği başka aktiviteler düzenlendi ve görüldü ki son gün çocuklar karışık oturmaya başladı, yeniden arkadaş olmaya başladılar. Çocuklar ve onların aileleri kampın bitişinde gerçeği öğrendiler.
Kendisini kamp sorumlusu diye tanınan türk asıllı amerikalı sosyal psikolog muzaffer şerif muhteşem bir deney gerçekleştirmişti. Çocukların davranışlarını her gün not etmiş, ekibiyle birlikte psikoloji ve sosyoloji tarihine damga vuracak bir çalışmaya imza atmıştı.
Aşırı rekabetin sonuçları
Şerif bu çalışmayla aşırı rekabetin yol açacağı sonuçları gözler önüne sermiştir. İnsanları gruplara ayırıp, aşırı rekabeti zorlayıcı kurallarla teşvik ederseniz ortaya sözlü ve fiziksel tartışmalar çıkar. İnsanlar bir süre sonra birbirlerini düşman gibi görmeye başlarlar. Öte yandan bireyler ortak amaç ve vizyon çerçevesinde bir araya getirilirse düşmanlıkları, kırgınlıkları bir kenara bırakıp beraber çalışır ve başarı elde ederler.
Birey olabilmek ve hayatı anlamlandırmak
Ödemiş doğumlu muzafferşeriff’in böyle birçok çalışması var. Şerif, 1935 yılında otokinetik etki deneyiyle kendi değerleri olmayan insanların yaşadıkları topluma göre davrandıklarını, ait olma hissiyle grubun kurallarını düşünmeden, sorgulamadan uyduklarını kanıtlamıştır.
İşte bu yüzden birey olabilmek önemlidir. Özgüvenli, güçlü ve sorumluluk sahibi birisi olabilmek, özgürce kararlar alıp seçimler yapabilmek için insanın kendi değerlerini bilmesi gerekir. Ancak “ben” olmak yeterli değildir. “Biz” olmayı da becermek gerekir.
Hayatı anlamlı kılan “biz” olabilmektir. Biz bilinci kendini düşündüğü kadar başkalarını düşünebilmektir. Adam kayırma, mobbing yapma, birbirinin hakkını yemenin arkasında biz olmayı becerememek gelir. Biz bilincini oluşturabilmek için de ortak bir amaç ve vizyon oluşturmak gerekir. Bunu da yapacak olan yüksek vizyonu olan liderlerdir.
Bir işyerinde, bir takımda “ben”lerin yanında “biz” bilinci varsa gerçek başarı gelecektir. Çünkü o işyerinde dayanışmanın, halden anlamanın, sevgi ve saygının keyfi vardır. “Ben” olmadan “biz” olamazsınız. “Biz” olmadan da anlamlı bir hayat süremezsiniz.