New York Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji Profesörü Selçuk Şirin eğitimden gelişime geniş bir alanda çalışıyor. Alanında hem Türkiye’de hem de dünyada tanınmış bir uzman. Birkaç gün önce yayınladığı bir X mesajında, Nobel ödüllü Ekonomi Profesörü James Heckman’ın okul öncesi eğitimin ne denli önemli olduğu hakkındaki bulgularından söz ediyordu. Heckman’ın bir bloğu var; ‘Beşeri Potansiyelin Ekonomisi’ başlığını taşıyor. Bloga girince özellikle ilk beş yaştaki eğitimin büyük ekonomik getirilerini gösteren çalışmalar karşınıza çıkıyor. İlk beş, özellikle de ilk üç yaşta nitelikli okul öncesi eğitim hem toplum hem aile hem de birey açısından müthiş yararlı. Selçuk Şirin Hoca’nın da çok çalışması var. İnternete girince çok sayıda araştırması, mülakatı ve konuşması karşınıza çıkıyor. Bunlardan biri 14 Mart 2022’de Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ‘Eğitimde Dünyayı Yakalamak İçin Hemen Atmamız Gereken 7 Adım’ başlıklı söyleşi. Yedi adımdan biri olarak ‘her mahalleye okul öncesi eğitim kurumu’ açılmasının gerekliliğini vurguluyor.
Birleşmiş Milletler, Beşeri Gelişmişlik Endeksi yayınlıyor. Endeksin üç alt bileşeni var: Sağlık, eğitim ve hayat standardı. Sağlık doğumda yaşam beklentisi ile ölçülüyor. Eğitimin iki alt kalemi var: Yirmi beş yaş ve yukarısı nüfusun eğitim süresi ve yeni okula başlayan bir çocuğun alması beklenen eğitim süresi. Hayat standardı ise kişi başına milli gelir ile ölçülüyor. En son 2022 yılı verileri var. Yirmi beş yaş ve yukarısı nüfusumuzun ortalama eğitim süresini, içinde bulunduğumuz G20 ülke grubundaki yükselen piyasa ekonomilerin değerleri ile tabloda karşılaştırıyorum. Ayrıca bir fikir versin diye gelişmiş ülkelerden Kore ve ABD verilerine de yer veriyorum. Türkiye’nin durumu açıkça iyi değil. Kore’de ortalama eğitim süresi 12,6 yıl iken Türkiye’de 8,8 yıl: Müthiş bir fark. Kaldı ki, bu karşılaştırma sadece niceliği yansıtıyor, niteliği değil. Nitelik için OECD’nin PISA sınav sonuçlarına dönüyorum. Son veri 2022 yılına ait ve öğrencileri sınava katılan ülkeler arasında Türkiye’nin matematik, ana dilde okuma ve fen bilimleri sınavlarında aldığı puanlar, ortalama puanların altında yer alıyor. Okul öncesi eğitime katılım oranında ise OECD içinde Meksika ile birlikte son sıradayız.
Vaktiyle orta gelir grubunda olup da zamanla yaptıkları atakla yüksek gelir grubuna terfi eden ülkelerin ortak özelliklerinin başında eğitimli bir nüfusa sahip olmaları geliyor. Hem okul öncesinde hem de okulda alınan eğitim açısından ele alındığında Türkiye’nin durumu iç açıcı değil. Okul öncesi eğitimin sonraki yıllarda okulda başarı açısından ne denli önemli olduğuna ilişkin bulgulara az önce değindim. Bu çerçevede önemli bir atağa ihtiyaç var. Ücretsiz ya da çok düşük ücretli ama kaliteli okul öncesi eğitim veren çok sayıda eğitim kurumu gerekiyor. Okul aşamasında ise özellikle öğretmenliği cazip hale getiren maddi koşulların oluşturulmasına, mevcut öğretmenlerin kalitesini yükseltici programlara ve de yeni öğretmenlerin daha iyi yetişmeleri için nitelikli eğitim fakültelerine ihtiyaç var. Bunlar çok önemli yapısal reformlar.
Öte yandan işgücüne katılım oranı (çalışan ve iş arayan kişilerin çalışma yaşındaki nüfusa oranı) Türkiye’de çok düşük. 2023 yılında 15-64 yaş arası nüfusun işgücüne katılım oranının OECD ortalaması yüzde 73,8 iken Türkiye’de yüzde 59,6. Bu farkın nedeni kadınlarımızın işgücüne katılım oranlarının çok düşük olması. Kadınlarda OECD ortalaması yüzde 65,8 iken Türkiye’de 40,9; on beş puan fark var. Önemli bir üretim girdisini kullanamadığımız anlamına geliyor bu değerler. Kadınlarımızın işgücüne katılım oranının bu denli düşük olmasının bir nedeni küçük yaştaki çocuklarını emanet edebilecekleri ücretsiz ya da çok düşük ücretli okul öncesi eğitim kurumlarının sayısının çok az olması.
Kıssadan hisse şu: Okul öncesi ücretsiz çok sayıda kaliteli eğitim kurumunun varlığı yaşamsal önemde. Bu tür yatırımlar için belediyelerin önünü tıkamak bir tarafa onları teşvik etmek gerekiyor.