Beklemek ve ummak…

Ümitsiz durumda olanlar bir gün bizler de olabilir, böyle bir durumda sığınabileceğimiz köprü üstleri veya köprü altları bulamayabiliriz. Kendimizi ve ihtiyacı olan başkalarını bir de bu gözle değerlendirmeliyiz.

Zaman zaman dönülüp yeniden okunan kitaplar, tekrar seyredilen filmler vardır… Ben de bu kurala uymaya çalışırım. “Les Amants du Pont-Neuf” ülkemizde gösterildiği adıyla “Köprü Üstü Âşıkları” da bunlardan birisi… Ümitsiz insanların birbirlerine tutunmalarının hangi boyutlara kadar gidebileceğini görür, hissedersiniz bu filmde. Her seyrettiğimde de nedense yine bir Fransız’ın, Marguerite Duras'nın birçok kez okuduğum romanı “Moderato Cantabile”yi anımsarım.

Kitapta Anne Desbardes’in müzik dersi alan oğlu, öğretmeniyle Diabelli’nin bir parçasını çalışmaktadır. Bir gün, çocuğun kendini bütünüyle çaldığı parçaya verdiği bir anda, çok uzun süren, çok tiz bir ses yükselir; bir haykırmadır bu; sonra ses birden kesilir. Kahvede bir cinayet işlenmiştir; biraz önce öldürdüğü kadının üzerine kapanmış bir erkek, "Aşkım, aşkım..." diye yineleyip durmaktadır. Anne Desbardes bundan böyle her gün o kahveye gelir; orada, o cinayete tanık olan Chauvin ile buluşur. Birlikte içki içip o dramın kahramanı olan çiftin umutsuz aşkını düşünürler…

Bu çok sevdiğim kitabı başka bir yazıda anlatmaya çalışacağım…

Biz, yine filmimize dönelim: Zengin bir ailenin çocuğu, amansız bir hastalık nedeniyle görme yeteneğini kaybetmek üzere olan genç kız ile ateş yutucu ve akrobat, madde eğilimli bir gencin, onarılmakta olan Paris’in en eski köprülerinden birisi üzerindeki yakınlaşmaları anlatılıyor.

Fransız devriminin 200. yılı kutlamaları sırasındaki görkemli etkinliklerin efektleri altında geçen film, köprüyü mekân seçen bu iki gençle birlikte yine orada yaşayan madde satıcısı yaşlı bir adamın dramını anlatırken en çok yalnızlık duygusunun büyüklüğünü duyumsatıyor. Yaşamında en az bir kere olsun sığınacak bir köprü altı veya üstü aramayan biri var mıdır?!

Hele de orada bunu paylaşacak birisi, birileri varsa!

Filmde de öyle oluyor. Paraları bile nehre atıyor genç adam ya da kızın görme umudu ortaya çıkınca durum duvar ilanları ile kendin dört biryanında “gel ameliyat ol” çağrısına dönüştüğünde bu afişleri yırtıyor, yakıyor…

Kızın “gideceği” korkusu ağır bastıkça çılgına dönüyor, sonunda acıyı, bir elini tabancayla vurup yaralayarak fiziksel olarak hissettirmeye kadar vardırıyor duygularını… Yeniden karşılaştıklarında onun gideceğini hissettiğinde de kızı kucaklıyor ve birlikte nehrin sularını atlıyorlar…

Leos Carax’ın yönettiği, Juliette Binoche, Denis Lavant ve Klaus Michael Gruber’in başrolleri paylaştıkları 125 dakikalık filmin özeti kısaca böyle. Birisi / birileri için bir şeyler yapıp onları itilmişlik, terk edilmişlik, yalnızlık gibi duyguları yaşamaktan kurtarmak, en önemlisi de ümitsizliğe düşmelerine ta en baştan engel olabilmek için çaba sarf etmenin gerekliliğine de dikkat çekiliyor.

İzlerken düşünüyoruz, o ümitsiz durumda olanlar bir gün bizler de olabilir, böyle bir durumda sığınabileceğimiz köprü üstleri veya köprü altları bulamayabiliriz. Kendimizi ve ihtiyacı olan başkalarını bir de bu gözle değerlendirmeliyiz.

Filmin sonunda çiftin son yolculuğunu yapan bir kum gemisine çıkıp “elveda Paris, elveda çirkinlikler, pislikler” diyerek ayrılmaları “şans”ını bulmak her zaman mümkün olmayabilir. Öyleyse şöyle mi düşünmeliyiz?! Hayat çok güzel, ama kısa… Yarın ne olacağını kimse bilmiyor. “Köprü Üstü Âşıkları”nınki gibi yönetmenimiz de yok!.. Umutlarımızı başka baharlara bırakmadan sürdürmeliyiz.

Sözümü başka bir Fransız yazarın kitabıyla bitireyim: Alexandre Dumas’nın “Monte Kristo Kontu” romanının savsözü, benim de bir kitabıma ad olarak koyduğum slogan neydi? “Beklemek ve Ummak.” Buna, bir de bu yönde çaba sarf etmeyi ekleyebiliriz. Zaten Monte Kristo da öyle yapmıyor muydu?

Tüm yazılarını göster