‘Örtük sabitimsi döviz kuru’ rejiminin sürdürülebilmesi halinde enflasyonun birkaç ay sonra ulaşacağı zirve değerinden aşağıya doğru bir iniş başlayacağı açık. Bu durumda, yılın sonunda enflasyonun düzeyinin ne olacağını yurtdışı piyasalarda emtia fiyatlarının özellikle de enerji fiyatlarının nasıl şekilleneceği belirler. Öte yandan mevcut rejimin sürdürülebilmesi Hazine açısından da önemli. Kur korumalı mevduat bir yandan borcunun %65’ninin döviz cinsinden olması öbür yandan, döviz kuru artışına karşı Hazine’yi önemli ölçüde riskli hale getirdi. Özellikle kur korumalı mevduat Hazine açısından kısa vadeli ve önemli bir potansiyel borç yükü. Bu olası yükün Hazine’nin üzerine binmemesi için döviz kurundaki kontrollü artışın sürmesi gerekir. Elbette mevcut döviz kuru rejiminin sürmesi kendi başına da çok önemli. Sonuçta neredeyse her türlü ekonomik kararı etkileyen bir değişken. Kurda kontrolsüz bir gidişat ekonomiye duyulan güveni sarsıyor, belirsizliği son derece artırarak ileriye ilişkin plan yapmayı neredeyse olanaksızlaştırıyor, panik hareketlere neden oluyor. Hadi bütçeye gelen yük sineye çekildi diyelim ama çok kısa zamanda nerdeyse anında ortaya çıkan bu etkileri sineye çekmek mümkün değil.
%50-%60 enflasyon, %14 politika faizi, 510 baz puan risk primi ve son bir buçuk ayda sadece %1.3 artan döviz kuru. Bunlar tutarsız. Uygulanan makroekonomi politikasının bir sonucu olarak ortaya çıkan bu rakamlar, ekonomide denge olmadığını gösteriyor. Ekonomi böyle dengesizlikleri sevmez. Eninde sonunda ya enflasyon ve risk primi kur ve politika faizi ile uyumlu hale gelir (olumlu senaryo) ya da kur, risk primi ve enflasyon ile uyumlu bir düzeye yükselir. Beraberinde malum nedenlerle politika faizi artmasa da kredi ve mevduat faizi artar (olumsuz senaryo).
Olumlu senaryonun gerçekleşebilmesi açısından mevcut ortamda bazı avantajlar olduğuna dikkat çekmemek olmaz. Birincisi, yabancıların tuttukları tahvil ve hisse senedi tutarı 2017 sonuna kıyasla keskin biçimde düştü. Bu, yabancıların ellerindeki mali varlıklarımızı satmaları ve dövizlerini Türkiye dışına çıkarmaları halinde oluşabilecek kur hareketinin birkaç yıl öncesine kıyasla çok daha sınırlı olacağını gösteriyor. İkincisi, bir yıl içinde ödememiz gereken dış borç 170 milyar dolar kadar. Bunun önemli bir kısmı ticari krediler ve yeniden borçlanarak ödenmelerinde bir sorun yok. Kalan kısmının çevrilmesinde ise şu ana kadar bir sorun görülmedi. Bu, ileride bir sorun görülmeyeceği anlamına gelmiyor elbette ama yine de olumlu bir olgu olarak not etmekte yarar var. Üçüncüsü, ihracat performansımız oldukça iyi. Dış ticaret hadlerinde aleyhimizdeki gelişmelere ve 2021 yılındaki yüksek büyümeye karşın cari işlemler açığı düşük bir düzeyde gerçekleşti. Dördüncüsü, yarattığı tüm potansiyel risklere karşın, kur korumalı mevduat sistemi Aralık sonuna doğru oluşabilecek sevimsiz panik hareketleri engelledi.
Bu durumda, olumlu dengeye doğru gidişi belirginleştirecek düzgün bir ekonomik programın uygulanmasına kadar geçecek sürede, mevcut döviz kuru rejiminin sürdürülebilmesi için cari işlemler açığını belirgin biçimde artıracak politikalara girişmemek gerekiyor. Özellikle ekonomiye kredi pompalamaktan uzak durmak şart. Elbette TCMB’den yeni faiz indirimleri de gelmemeli. 170 milyar dolar borcumuzun küçük de olsa bir kısmının çevrilmesini zorlaştıracak söylemlerden ve de (oryantal biçimiyle) yeni heterodoks eylemlerden uzak durmakta da yarar var. Bir de “aman gerçekleşmesin” diye duacı olmamız gereken iki olası gelişme söz konusu: Rusya Ukrayna’ya saldırmamalı. Turizm gelirleri bu rejimin sürdürülebilmesi açısından çok önemli çünkü. Ek olarak Fed ve Avrupa Merkez Bankası beklenenin ötesinde agresif bir faiz artırımı sürecine girmemeli. Elbette bu kadar koşula ne gerek vardı politika faizini beş puan düşürmeseydik bu hale gelmezdik derseniz sonuna kadar haklısınız. Ama ne yapalım ki bu duruma düştük ve bu durumdan az hasarla nasıl kurtulabiliriz diye düşünmemek olmaz.