Batı’nın büyüsü neden bozuldu?

Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Yılbaşı öncesinde Londra’ya gelmiş olmam yalnızca yeni bir yıla değil, yeni bir on yıla girmekte olduğumuzu hatırlattı bana. Buraya geldikten sonra 2020’de yeni bir on yıla girecek olan dünyanın ve İngiltere’nin gidişatıyla ilgili birçok yazı okumak fırsatını buldum.
Dünyanın gidişatıyla ilgili olarak okumaya değer bulduğum yazarların yazılarında iki eğilim öne çıkıyor. Daha yaygın olan eğilim, Batılı olan ya da Batı’da yaşayan yazarların bir çoğundaki derin karamsarlığı ortaya koyuyor. Son yıllarda Batı toplumlarında yaşanmakta olan gelişmeler, insanlığı yücelten değerlerin devalüe olması, her türlü ayrımcılığın prim yapması, eşitsizliğin tırmanmaya devam etmesi, hukuk düzeninin ve demokrasinin tehdit altında olması ve bu ortamda otoriter popülist rejimlerin yükselmesi onları çıldırtıyor.

Diğer eğilim ise bu gelişmelerden rahatsız olan bazı yazarların ve entelektüellerin farklı bir tutumu benimseyerek bu karamsarlığa karşı geliştirdiği tepkiyi yansıtıyor. Bu yazarlar farklı göstergeleri kullanarak son 30-40 yılda insanlığın durumunun aslında bozulmadığını, tam tersine yoksulluk oranlarında çarpıcı düşüşler yaşandığını, salgın hastalıklarla mücadelede büyük başarılar elde edildiğini, bebek ölümlerinde büyük gerilemeler olduğunu ve ömür beklentisinin hemen her yerde yükseldiğini çeşitli göstergelerle kanıtlayarak çıldırma noktasına gelmiş olan arkadaşlarını yatıştırmaya, teselli etmeye çalışıyorlar.
Dünya iyiye mi gidiyor?

Bu akımın önde gelen temsilcilerinden biri olan Amerikalı psikoloji profesörü Steven Pinker, Financial Times gazetesinin 28 Aralık’ta yayınlanan Weekend ekinde yer alan kapsamlı yazısında, öğrenen bir canlı olan insanoğlunun sahip olduğu yeteneklerin ve bilgi birikiminin bugün karşılaşılan sorunları aşmaya yeteceğini ileri sürerek bozulan moralleri düzeltmeye çalışıyor bir kez daha. New York Times’ın kıdemli yazarlarından Nicholas Kristof da, 2019 yılını “bütün zamanların en iyi yılı” ilan eden bir yazı yazarak bu çabaya katkıda bulundu.
Son 30-40 yılda dünyada yaşananlara bir bütün olarak bakıldığında, bu görüşü savunan yazarların iyimserliğinin temelsiz olmadığını düşünmek mümkün. Bilim ve teknolojide kaydedilen sıçrama insanlığı pek çok alanda farklı olanaklara kavuşturdu, yakın zamana kadar Batı’nın tekelinde olan olanaklar ve yaşam tarzı küreselleşti. Bu gelişmenin milyarlarca insanın yeni olanaklara kavuşmasını sağladığı da bir gerçek. Başta Çin olmak üzere Batı dışındaki dünyada tarihin kaydettiği en büyük ekonomik ve toplumsal dönüşümlerden biri yaşandı ve sonunda ABD Çin’i en büyük rakibi olarak tanımlayıp karşısına almak ihtiyacını hissetti.
Sorun Batı’da

Batı’nın tetiklediği küreselleşme sürecinin ve teknolojideki sıçramanın Doğu’yu kalkındırırken Batı’nın düzenini bozması ve küresel hakimiyetini sarsması, yeni bir on yıla girilirken öncelikle Batı’da gözlenen karamsarlığın başlıca nedeni. Eski özgüvenini kaybetmiş, kendisine dünya liderliğini getirmiş olan kapitalist sistemin bugünkü işleyiş biçimiyle süremeyeceğini, liberal demokrasiyi torpilleyen ve kendilerini dışlayan toplumsal tepkileri gidermek için farklı bir yaklaşıma gerek olduğunu hissetmeye başlayan Batılı elitlerin 2020’lere girilirken ciddi bir muhasebe yapma ihtiyacını duyması aslında hiç şaşırtıcı değil.

ABD’de Trump, İngiltere’de Boris Johnson bu ortamda toplumun önemli bir kesiminin umudu haline geldi ve iktidar koltuğuna oturdu. Bazı diğer batı ve doğu Avrupa ülkelerinde de liberal demokrasinin kurumlarına karşı savaş açan liderlerin prim yaptığı ve otoriter popülist rejimlerin yıldızının parladığı görülüyor.

İngiltere zor döneme giriyor

İngiltere diye anmaya alışık olduğumuz Birleşik Krallık 2020 yılına yeni bir hükümetle ve yeni umutlarla giriyor. Umudu en çabuk gerçekleşecek olanlar ise eşcinsel beraberliklerini yarından itibaren resmileştirme olanağını bulacak olan 170 bin kişi.

Onların dışında kalanlar için 2020’nin neler getireceğini kestirmek kolay değil. Başbakan Johnson’un yeniden doğuş fırsatı olarak halka sunduğu Brexit’in, yani Avrupa Birliği’nden ayrılma sürecinin nasıl ilerleyeceği ve kime ne getireceği bence belirsiz. Resesyonla flört etme sürecindeki İngiltere ekonomisinin bu süreçten nasıl etkileneceği de tartışılıyor. Öte yandan Brexit’e şiddetle muhalefet eden ve son seçimde kendi bölgesinde büyük bir başarı elde eden İskoçya Ulusal Partisi’nin bağımsızlık talebiyle ortaya çıkması ve Birleşik Krallığın geleceğinin tartışma konusu haline gelmesi de söz konusu olabilir.

Yeni yılın ilk gününde herkese esenlik ve başarı dolu bir yıl diliyorum.

Tüm yazılarını göster