Batı ile ilişkiler: Bir ileri, iki geri

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Türk dış politikası konusunda son dönemde herhangi bir konuda tahmin yürütmek kolay değil.

AK Parti hükümet üyelerinin 15 Temmuz darbe girişimini finanse etmek, adam öldürmek ya da devlet terörü yapmakla suçladığı yabancı devlet adamlarının, sadece birkaç ay sonra Cumhurbaşkanlığı’nda turkuaz halılarla karşılanması “vaka-ı adiye” haline geldi.

Bu dalgalı dış politika ortamında değişmeyen tek bir unsur var; Her seçimden önce Batı’dan bir ülkenin, ya da tüm Batı ülkelerinin topluca “düşman” ilan edilmeleri.

Seçimlere aylar kala, bu konudaki ilk adım Yunanistan için, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “işaret fişeğini” andıran “bir gece ansızın” çıkışı ile atılmış görünüyor.

Ancak AK Parti hükümetinin beklentilerinin aksine, bu hamleye yanıtın “kolay lokma” Atina’dan değil, Avrupa Birliği’nden ve ABD'den gelmesi sıkıntı yaratacak gibi. Önce AB dönem başkanlığını yürüten Çek Cumhuriyeti’nin yaptığı Yunanistan’ı koruyup kollayan açıklama, ardından Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna’nın “Yunanistan her ihtiyaç duyduğunda Fransa’yı yanında bulacak” açıklaması alarm verici.

Washington'un bu konudaki yaklaşımı daha da sıkıntılı. ABD Dışişleri Sözcüsü, Erdoğan'ın "bir gece ansızın" çıkışını yorumlarken, bu ifadeyle Rusya'nın Ukrayna'yı işgali arasında paralellik kuran sözler sarfetti.  "Yunanistan'ın sözkonusu adalar üzerindeki egemenliği sorgulanamaz" diyen Amerikalı sözcü, "Rusya'nın egemen bir Avrupa devletini işgal ettiği bir dönemde, NATO müttefikleri arasındaki gerilimi arttırabilecek açıklamalardan rahatsızız" dedi.

Nitekim Ankara da, işi biraz daha uzatırsa karşısında tüm Batı'yı bulacağını görmüş olacak ki, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yunanistan dengimiz olmadığı gibi, muhatabımız da değil” cümlesiyle şimdilik konuyu kapatmış görünüyor. Ancak Türkiye’de seçim tarihi yaklaştıkça, bu konunun propaganda kullanımı için yeniden açılabileceğini tahmin etmek güç değil.

"Bir gece ansızın..." söylemi bir şarkıda kulağa hoş geliyor. Ancak iş diplomasiye geldiğinde, bu sözü kullanmanın maliyeti çok dikkatle hesaplanmalı.

RUSYA’YA YAPTIRIM BASKISI

Önce Ankara’yı ziyaret eden, buradan da Atina’ya geçen Fransız Dışişleri Bakanı’nın "heybesinde", Ankara'yı ilerde sıkıştırmaya aday bir konu daha vardı; Rusya'ya yönelik yaptırımlar.

Fransız Bakan Colonna ziyaret öncesinde RTL radyosuyla söyleşisinde, Türkiye için “Rusya yaptırımlarının delinmesi konusunda bir platform oluşturmaması gerekir” ifadesini kullandı.

ABD Hazine Bakan Yardımcısı Adeyamo’nun gerek AK Parti hükümetine, gerekse iş dünyasına yazdığı “Rusya’ya yönelik Batı yaptırımları Türkiye üzerinden delinirse, size de ayrıca yaptırım uygulanır” mesajı içeren mektubundan sonra, Batı'dan gelen ikinci ciddi uyarı bu.

Belli ki önümüzdeki dönemde Ankara’ya yönelik Rus yaptırımı baskısı daha da artacak.

Fransız yetkililerin açıklamalarında Türkiye’yi “konumlandırdıkları” yer de, önümüzdeki dönemde Ankara’nın neyle uğraşmak zorunda kalacağının işaretini veriyor aslında;

Fransa Cumhurbaşkanı Macron ağustos sonunda Cezayir'e yaptığı ziyaret sırasında, özellikle Afrika’da Fransa aleyhinde “büyük manipülasyon yapan” ağlar bulunduğunu, bunların kiminin Çin, kiminin Rusya, kiminin ise Türkiye tarafından kontrol edildiğini söyledi. Ankara’nın da bir Dışişleri açıklaması ile tepki gösterdiği Macron'un bu sözleri,  Fransa’nın Türkiye’yi, NATO’nun “düşman” olarak gördüğü Rusya ve “hasım” olarak gördüğü Çin’le birlikte anması açısından önemli.

Nitekim Fransız Dışişleri Bakanı da göçmen politikasından bahsederken Türkiye'yi Belarus’la birlikte andı. Her iki ülkenin de göçmenleri Batı’ya karşı “tehdit unsuru” olarak kullandıklarını söyleyen Colonna’nın bu ifadelerindeki tehlike, Türkiye'nin adını Putin’in en büyük müttefiki Belarus’la aynı düzlemde sarfetmiş olması.

Rusya ile Ukrayna tahılının satışının önünü açan uzlaşmada oynadığı rol, Batı’daki Türkiye algısını iyileştirmiş olsa da, bu etkinin sonuna yaklaşıldığı ortada.

İNGİLTERE’DE TRUSS ETKİSİ

İngiltere’deki Başbakan değişikliğinin de Türkiye’ye yansımaları olması kaçınılmaz. Yeni Başbakan Liz Truss’ın , “Ruanda ile İngiltere arasındaki göçmen geri gönderme anlaşmasını” Türkiye’ye de genişletme planlarının kamuoyuna sızdığı unutulmamalı.

Truss’ın bu sözleri, AK Parti hükümetinin daha önce Avrupa Birliği ile yaptığı, Suriyelilere yaptığı ev sahipliğine karşılık, –sadece sığınmacılar için harcanmak üzere- 6 milyar Euro hibe anlaşmasının bir benzerinin İngiltere ile de yapılmasını deneyeceğini ortaya koyuyor.

AK Parti hükümetinin gittikçe derinleşen ekonomik krizle mücadele için dış yatırım/kredi bulmak yolunda uluslararası alanda yaptığı politik dönüşler İngiltere’nin yeni Başbakanı’nın Türkiye’ye bakışını da etkilemiş olmalı. Yoksa elbette Türkiye’nin adını Ruanda ile aynı düzlemde anmazdı.

TÜRK VATANDAŞLARININ SCHENGEN ÇİLESİ

Tüm bu örnekler, Batı’nın Türkiye’ye güncel yaklaşımının ne kadar “acul” olduğunu da ortaya koyuyor;

Yunanistan ABD ve Fransa’dan satın aldığı savaş uçakları ile hem Ege’de hava üstünlüğünü ele geçirmiş, hem de Paris ve Washington’u kendi cephesine katmış olmanın kibriyle hareket ediyor;

Fransa Türkiye’yi Çin’le, Rusya’yla, Belarus’la birlikte anıyor;

İngiltere, kendi topraklarındaki kaçak göçmenleri Türkiye’ye gönderme hesapları yapıyor.

AB komisyonu, Hırvatistan, Bulgaristan ve Romanya’yı schengen bölgesine dahil etmeyi planlarken, Türkiye vatandaşları için Schengen vizesi almak bile büyük çile.

NATO üyesi Türkiye’ye resmen yaptırım uygulayan, F-35 projesinden atıp, yeni F-16 satmak konusunda nazlanan Washington’un durumu da ortada.

Muhalefet, eğer 2023 seçimlerini kazanırsa, önündeki en büyük dış politika sorunu, uluslararası alandaki Türkiye algısı olacak…

Tüm yazılarını göster