Onu anlatırken yazacak o kadar özelliği var ki: Oyun ve senaryo yazarı, tiyatro ve sinema yönetmeni, çevirmen, sahne tasarımcısı, oyuncu. “Eğlendirmek, illa kahkahalarla gülmek, güldürmek demek değildir. İlgiyi ayakta tutarak bir şeyi seyrettirmektir. O anlamda zaten tiyatro bir eğlendirme sanatıdır. Bunu unutmayalım. Can sıkıntısını eleştirerek seyrettirmemiz gerekir” demişti yaptığımız bir söyleşide. 5 sene önce, 17 Haziran 2015’te aramızdan ayrılan Başar Sabuncu’dan söz ediyorum.
1943 yılında doğan Sabuncu, ilk oyunu Kargalar, 1962’de Devlet Tiyatrosu’nca sahnelendiğinde henüz 19 yaşındaydı. Neredeyse 10 sene radyo tiyatrosunda çalışacaktı Ankara'da…
Yaratıcı üç-beş yönetmenimizden biriydi. 80’lerin başlarında yönetmenliğini yaptığı Edith Piaf’ın yaşam öyküsünü anlatan Kaldırım Serçesi’ni kaç kere seyrettiğimi, şarkıların yer aldığı kaseti ne kadar çok dinlediğimi sayamıyorum. Çehov’un bütün varlığıyla duyumsandığı Herkes Aynı Bahçede oyununu, Üç Kız Kardeş’in, Vanya Dayı’nın Vişne Bahçesi’nde seyrettikleri Martı oyunu olarak özetlenebilir bu çalışmayı hayranlıkla izleyecektim.
Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde soluksuz izlediğim Shakespeare’den Can Yücel’in çılgın çevirisi (ya da yeniden söyleyişiyle) Bahar Noktası da (A Midsummer Night’s Dream) Başar Sabuncu’nun yönettiği oyunlardan birisiydi.
Jean Genet’nin Balkon’u, Lorca’nın Kanlı Düğün’ü, Gogol’un Palto’su hangisini sayayım? imzası olan, yönetmenliğini üstlendiği unutulmayacak öyle çok oyun var ki…
Aralarında Şener Şen’li Namuslu’nun da olduğu ilk beş senaryosu başka yönetmenlerce perdeye taşınacaktı. 1985’den başlayarak kendi senaryolarından aralarında Çıplak Vatandaş, Asılacak Kadın, Zengin Mutfağı ve Yolcu’nun da olduğu altı film çekecekti. Çok sayıda uluslararası şenlikte Türkiye sinemasını temsil edecek olan Sabuncu için 1988’de Londra’da British Film Institute; 1991’de Paris’te Fransız Sinematek; 1992’de Montpellier Festivali tüm filmlerinin gösterildiği saygı haftaları düzenlenecekti.
Tiyatro ve sinema alanlarındaki çalışmaları, tiyatro yazarlığı, tiyatro yönetmenliği, senaryo yazarlığı, film yönetmenliği, çevirmenlik, sahne tasarımı dallarında -üçü uluslararası- (Londra 1969, Bastia 1989, Ohrid 1997) çok sayıda ödül verilecekti.
Başar Sabuncu hakkında anlatılacak, yazacak bu köşeye sığmayacak çok şey var. 2012 yılında kendisiyle yaptığım bir söyleşiden satırlarla özlemle anıyorum onu:
“Yaşlılık daha hızlı üretmeyi getirmiyor. Çünkü bir kere insan gittikçe daha zor beğenir oluyor. Ben, önce kendimi beğenmiyorum. Kendi yaptıklarımı çok kusurlu buluyorum. Bugün olsa başka şeyler yapardım, diye düşünüyorum. Onun için çok verimli olmam da mümkün değil. Ne yapsam beğenmiyorum çünkü.
Bir de gençliğimde tiyatroya daha çok yazar olarak başladım. O çalışma alanı bütünüyle kapandı benim için. Neden bilmiyorum, kendiliğinden oldu. Yazdıklarımı da beğenmediğim için belki. O kadar ki çok uzun süre - yakın zamana kadar - yayıncılara vermedim oyunlarımı. Özellikle yayınlanmasınlar istedim. Fakat sonra yaş ilerleyince, birtakım hastalıklara da yakalanınca - gene de insan dayanamıyor demek ki - yayınlansın istedim. Bir şey kalsın arkada. Çünkü tiyatro, biliyorsunuz bazılarının dediği gibi “devenin kuma işemesi”dir. Sahneye koyduğum oyunlardan geriye hemen hemen hiçbir şey kalmıyor. Birkaç eskimiş fotoğraf dışında.
Tiyatroda her şey sahte unutmayalım. Hiçbir şey doğru değil, her şey teatral. Oysa kameranın karşısına çıktığınız zaman sahici istiyor seyirci. Tabii ki orada da hiçbir şey sahici değil, ama tiyatronun sahteliği başka bir şey. Oyuncuysa sahneye çıkar ‘burası orman’ der ve seyirci artık orayı orman olarak seyreder.
Tiyatronun büyüsü başkadır. O, oyuncuyla seyircinin yüz yüze gelmesini gerektiren bir büyü. Oysa aynı oyunu videoya çekip oynattığınız zaman o büyüye ulaşamayacaksınız, mümkün değil.
Ben, tiyatronun katıksız tiyatro olmasından yanayım. Projeksiyon, sinema, ışık oyunları yani hokkabazlık kaldırmaz tiyatro. Yalın, sade bir şeydir. İnsandan insana direkt bir şeydir. Aslında bakarsanız ne dekora ihtiyacı vardır, ne süslü ışıklara…
Tiyatro benim işim, yaşama nedenlerimden biri, ama bu kadar ciddiye almamak lâzım. Her şeye rağmen yine de eğlencedir, canını sıkmak için değildir insanların.”