“Barış yapıcı” imajı işler mi? 

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde altıncı ay geride kaldı. Sahadaki durum “Rus ilerlemesinin durması, ancak Ukrayna’nın da Rus işgali altındaki bölgeleri bir türlü geri alamaması” olarak özetlenebilir.

Sahada birlikler karşılıklı olarak ilerleyemese de, savaşın etki alanının genişlediği, karşılıklı hamlelerin sertleşti aşikar; Kırım’da ardarda patlayan bombalar, Ukrayna’daki nükleer santral etrafındaki tehlikeli itişme ve son olarak da Rusya’da ünlü ideolog Aleksandr Dugin’in gazeteci kızının bombalı bir saldırıda öldürülmesi bunun örnekleri.

Bombalı suikast Dugin’in Türkiye’de, özellikle AK Parti hükümeti yanlısı medyada adının çok geçiyor olması nedeniyle özellikle incelemeye değer;

AK Parti yanlısı medya organları, 15 Temmuz konusunda Rusya’da en çok konuşan kişi olması, söylediklerinin de iktidarın darbe girişimi konusunda hakim kıldığı retoriğe uyması nedeniyle Dugin’den bol bol alıntı yaptılar/yapıyorlar.

DUGİN SUİKASTININ OLASI ETKİLERİ

Bu alıntılarda Dugin’i tarif ederken de sürekli Rus Lider Putin’e “yakınlığını” vurgulamayı ihmal etmiyorlar. O kadar ki, “Putin’in beyninin yarısı” gibi tanımlamalar bile kullanıldı Türk basınında. Özellikle Putin’in Ukrayna’yı işgal ederken ortaya koyduğu milliyetçilik söyleminin, bizzat Dugin tarafından kurgulandığı çokça yazıldı, çizildi.

Oysa Rusya uzmanlarına göre gerçek pek öyle değil.

Rusya’yı yakından takip edenler, Dugin’den bahsederken bırakın Kremlin üzerindeki etkisini, Kremlin’e olan yakınlığının bile “şehir efsanesi” olduğunu vurguluyorlar.

Nitekim Putin’in Ukrayna işgali nedeniyle ülkesinde yaymaya çalıştığı milliyetçi söylem ile Dugin’in aşırı milliyetçi görüşleri de pek birbirini tutmuyor. Dugin, “faşizm” olarak da nitelendirilebilecek etnik kökene bağlı bir Rus milliyetçiliğini savunurken, Putin daha çok “kendini Rus hisseden Rus vatandaşları” üzerine kuruyor milliyetçilik tanımını. Zaten eğer Putin de Dugin’in söylemine yakın bir “milliyetçilik” tanımına yaslanmış olsaydı, Ukrayna savaşında en kritik alanlarda Kadirov liderliğindeki Çeçen savaşçıların kullanılması mümkün olabilir miydi?

Ancak yine de Rusya’da tanınan bir figür olan Dugin’in kızının öldüğü araç saldırısının olası etkileri düşünmeye değer; Rusya suikastın faili olarak Ukrayna’yı suçlarken, Ukraynalılar olayla ilgilerinin olmadığını açıkladılar.

Bu belirsizlik iki taraf açısından da kullanışlı; Ukrayna suikastı savaşı Rusya’nın göbeğine kadar taşıyabileceğinin bir işareti olarak kullanıp, bunun üzerinden bir algı operasyonu başlatabilir. Putin açısından ise Dugin suikastı içeride Ukrayna savaş muhaliflerinin sesini bastırmak için daha sert önlemlerin önünü açabilir.

TÜRKİYE’NİN ATEŞKES ADIMLARI ZORDA

Bu açıdan bakınca, suikastın uluslararası alandaki etkisinin Türkiye’nin atmaya çalıştığı barış adımlarını olumsuz etkilemeye aday olduğunu söylemek mümkün. Tahıl koridoru anlaşması ile Ukrayna savaşının yarattığı en büyük uluslararası sıkıntılardan birinin çözümünde kilit rol oynayan Ankara, bunu Moskova ile Kiev arasında bir ateşkese dönüştürmenin yollarını aramaya başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Sekreteri Guterres ile birlikte geçen hafta Ukrayna’ya yaptığı ziyaret bu çabanın en somut örneğiydi. Ancak alanda ortam sertleştikçe, barış arayışlarının da hızının kesileceği de aşikar. Dugin suikasti, kim gerçekleştirmiş olursa olsun, Ukrayna savaşındaki bu sertleşmenin görünen yüzü.

ULUSLARARASI ALANDAKİ “ERDOĞAN ALGISI” DEĞİŞİR Mİ?

Ukrayna savaşındaki sertleşme, Türkiye’deki iç politik dengeleri de etkilemeye aday.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna’da oynamaya çalıştığı “barış yapıcı-peace maker” rolü, belli ki AK Parti’nin 2023 seçim kampanyasında çokça kullanmayı amaçladığı bir unsur olacak.

Nitekim Suriye’de “Katil Esed” ifadesinde, “Esad’ı devirmek gibi bir niyetimiz yok” söylemine geçiş de;

İsrail’le ve Körfez Arapları ile barışma da;

Mısır’a bizzat Erdoğan’ın ağzından yapılan “üst düzey görüşme” çağrısı da;

Ermenistan’la normalleşme görüşmeleri de bu açıdan okunmalı.

Hepsi Erdoğan için AK Parti tarafından biçilen “dünya lideri” ya da “barış havarisi” algısını güçlendirmeyi amaçlıyor.

Bu açıdan bakınca, Ukrayna’da Erdoğan’ın yoğun çabasına rağmen ucu görünmeyen ateşkes, aksine durumun daha da sertleşmesi AK parti açısından kötü haber. Üstelik bir de buna, ABD’den –şimdilik alçak tonda- gelmeye başlayan “Rusya’nın yaptırımları Türkiye üzerinden delmesine izin vermeyin” uyarılarını da ekleyin. New York’ta Halkbank davası sürerken, Washington’da Ankara’nın Rusya yaptırımlarının arkasından dolanmasına ne kadar göz yumulacağı en kritik soru işareti.

Aynı sıkıntıyı, AK Parti’nin bölge ülkelerindeki “normalleşme” adımlarında da görmek mümkün; Ne Esad’dan, ne Mısır’daki Sisi yönetiminden Ankara’dan giden çağrılara hala karşılık gelmiş değil.

Ankara ile diplomatik ilişkileri yeniden normalleştiren İsrail’in ise, kavgalı dönemde Rum-Yunan ikilisiyle temelini attığı Türkiye karşıtı ittifaktan vazgeçmeye niyeti yok. Yoksa Ankara ile karşılıklı büyükelçi atanacağının açıklandığı hafta İsrail Kıbrıs Rum Kesimi’ne “demir kubbe” füze savunma sistemi satmaya kalkar mıydı?

Bizzat Erdoğan tarafından geçmişte kullanılan sert söylem, 20 yıllık AK Parti iktidarının özellikle son 10 yılında yapılan büyük dış politika hataları ve gelgitleri, AK Parti’nin bu seçim stratejisinin en büyük açıkları.

Dolayısıyla “barış yapıcı” imajı içeride ya da dışarıda  etkili olur mu sorusunun yanıtı karamsar; Türkiye’de seçime kadar zaman az; geçmişin “günahları” ise çok…

Tüm yazılarını göster