Bankalara koşan koşana

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Finansal serbestleşmenin önündeki engeller küreselleşme sayesinde kalkınca tüm ülkelerde borçlanma oranları hızla yükseldi. Finansal serbestleşme sayesinde kredi kanallarının genişlemesi ve çeşitlenmesi, hanehalkının daha çok borçlanarak tüketimini, firmaların da (yatırımcı) yatırımlarını artırmasının önünü açtı. Bu eğilime yapılan özelleştirmelere rağmen bütçe açığını kapatamayan kamu kesimi de katıldı. Çin ve Türkiye bu dönemde özellikle inşaat yatırımlarına hız verdi, 2000’li yılların ilk yarısı sonrasından 2019’a kadar konut-inşaat kredileri/toplam krediler rasyosunun en yüksek olduğu ülkeler sıralamasında çoğu zaman ilk iki de yer aldılar.

Küresel borçlanma salgın ile birlikte yeni bir ivme kazandı. Hükümetlerin izlediği genişlemeci para ve maliye politikası borçlanma hızını artırdı. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün 2020 Temmuz “Küresel Borç Görünüm Raporuna” göre 2019 yılının ilk çeyreğinde dünya toplam borcu 249.4 trilyon dolar iken, 2020 de aynı çeyrekte borç tutarı 258 trilyon dolara yükseldi. 2020’nin ilk çeyreğinde hanehalkı borç toplamı 48.1, reel sektör borcu 75.6, finans sektörü borcu 64.3 ve kamu borcu 69,9 trilyon dolara ulaştı. Gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelerin 2.5 katından daha fazla borçlandı. Reel sektörden sonra en fazla borçlu olan kesim kamu sektörü oldu.

Salgın sonrası küresel borçlanma oranı (Borç/GSYH) yılın ilk çeyreği sonunda %331 oldu, bu oran aynı çeyrek için 2019’da %320 idi. Gelişmiş ülkelerde bu oran %392’ye, gelişmekte olan ülkelerde %230’ye ulaştı. Oranlar 2019 yılında %380 ve oldu %220 düzeyindeydi. 2019 yılının ilk çeyreğinden, 2020’nin ilk çeyreğine göre borçlanma hızı en yüksek olan ilk üç ülke Çin, Kanada ve Fransa olurken, Türkiye borçlanma hızında 11. ülke oldu. Finansal sektör dışarıda bırakıldığında en hızlı borçlanan dört ülke Çin, G. Kore, Türkiye ve Meksika olarak sıralandı.

Türkiye’de hükümet, borç/ GSYH oranının ülkemizde çok yüksek olmadığını sürekli tekrarlayarak piyasaları sakinleştirmeye çalışsa da, bu çevreler oranda payın stok, paydanın akım değişken olduğunun farkında. Yani GSYH’daki bir düşüş bu oranı hızla yukarı çeker. Bundan dolayı 2002 yılından bu yana izlenen maliye politikası ile Türkiye’nin borç yükünün limite yaklaştığı görülmek durumunda.

Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre AB tanımlı kamu borç stoku 2002 yılında 254 milyar TL iken, borç stoku Cumhurbaşkanlığı makamının AK Parti’ye geçmesi ile birlikte hızla arttı ve 2007 yılını 363 milyar TL ile kapattı. 2014 yılında yeni Cumhurbaşkanı seçildiğinde borç tutarı 585,4 milyar TL iken, borçlanma hacmi 2018’de 921,6 milyar TL’ye ulaştı. Adına Cumhurbaşkanlığı sistemi denilen yeni rejim ile birlikte borçlanma ivmesi çık hızlı arttı ve borç hacmi 2019’da 1 trilyon 404 milyar TL’ye 2020’nin Mayıs ayı sonunda 1 trilyon 633 milyar TL’ye ulaştı. 2018’in ilk çeyreğinde 921.6 milyar TL borç stoku olduğu düşünüldüğünde, Başkanlık Sistemi’nin sadece borçlanma kaynaklık kamuda yarattığı yük 711,1 milyar TL oldu.

Salgın sonrası birçok önlem paketi açıklansa da ekonomiye müdahale daha çok kredi hacmini artırıcı parasal politikalar ile oldu. Bu seçim nedeni ile tüketici kredileri geçen yılın temmuz ayı başına göre %49,6, bu yılın başına göre %29,8 arttı. Toplam kredi hacmindeki artış oranları da bu dönemler için %30,3 ve %23,8 olarak gerçekleşti. Yani salgın da ekonomideki tüm kesimler adeta bankalara koştular/koşturuldular.

Salgın döneminde uygulanan borçlanma politikası başlangıçta herkes çekici geldi. Ancak finansal sistem, kredi aracılığı ile kendi yatırımcısını zenginleştirirken hanehalklarını, firmaları ve hatta hükümetleri sürdürülemez borç yükü ile boğuşan yapılara büründürdü. Bunun uzun dönemde sürdürülebilirliği zor.

Daha Fazlası İçin Okuma Önerisi: Ekonomide Masallar Gerçekler.

Tüm yazılarını göster