Bağcılıkla 50 Euro’ya şarap mı, madencilikle 3 liraya çimento mu satacağız?

Ali Ekber YILDIRIM TARIM DÜNYASINDAN

Bulgarların Kırklareli’ne verdikleri ad; Lozengrad.  Bağ merkezi, bağ şehri anlamına geliyor. Bu isim boşuna verilmemiş. Kırklareli, tarihte çok önemli bağ alanları ve şarap üretim merkezi olarak biliniyor. Osmanlı döneminde de bu özelliği ile imparatorluğun en önemli şarap üretim ve ihracat merkezidir.

Bağcılıkta ve şarap ihracatında 1880-1910 yıllarında 30 yıllık bir altın çağ yaşanıyor. Fransa’da bağlarda filoksera hastalığı çıkınca Kırklareli’nden bu ülkeye ciddi miktarlarda şarap ihracatı yapılıyor.

Kırklareli Kent Konseyi’nin Kırklareli Belediyesi ile düzenlediği 14. Yayla Bolluk Bereket, Hasat ve Bağ Bozumu Şenlikleri kapsamında “Geçmişten Geleceğe Kırklareli Bağcılığı” da konuşuldu. Tekirdağ Bağcılık Araştırma Enstitüsü’nden Mehmet Ali Kiracı ve Chamlıja (Çamlıca) Şarapçılık’ın Kurucusu Mustafa Çamlıca konuşmacı olarak katıldı.

Avrupa’ya şarap ihraç ediliyordu

Mustafa Çamlıca’nın tarihi belgelere dayanarak açıkladığına göre, 19. Yüzyılın sonlarında o zamanki adıyla Kırkkilise olan Kırklareli’nde 74 bin 500 dönüm bağ alanı var.

Düyun-ı Umumiye’nin Kırklareli’ndeki en önemli vergi kaynağı şarap imalatından geliyor. Dünyaca ünlü Kırklareli şaraplarının büyük bölümü Avusturya, Fransa, Yemen, Mısır, Bulgaristan ve Doğu Rumeli’ye ihraç ediliyor.

Kırklareli’nde 1891-1892 yılında üretilen 1,8 milyon litre civarındaki şarabın büyük bölümü Trieste, Marsilya, Bordo, İskenderiye, Bulgaristan ve Doğu Rumeli’ye ihraç ediliyor. Ayrıca 500 bin litre civarında rakı da Edirne ve yakın ilçelere gönderiliyor.

Balkan Savaşları, 1.Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında mübadele ile birlikte bağcılık, dolayısıyla şarapçılık büyük oranda sona eriyor.

Savaşlar ve mübadele ile bağcılık bitti

Dün de yazdığımız gibi Kırklareli mübadele kenti. Bağcılıkta 1880-1910 yıllarında altın çağını yaşayan bir bölge. Mübadele döneminde bu bölgede bağcılık yapan Rumlar Bulgaristan’a gönderiliyor. Bulgaristan’dan getirilen Türkler geldikleri yerde tütüncülük yapıyor. Bu nedenle gidenler orada bağcılık yapamıyor. Gelenler burada bağcılığı sürdüremiyor. Tütün de üretemiyorlar.

Kırklareli’nin sahip olduğu kırmızı toprak, kil ve kireç bağcılık için çok büyük öneme sahip. Bağcılık açısından dünyanın en kıymetli toprakları olarak kabul ediliyor. Aynı toprak yani kil, kireç çimento sektörü için de çok değerli.

Son yıllarda bölgede yeniden şarap üretimi için ciddi çabalar var. Bulgaristan’dan mübadele ile Kırklareli’ne gelen ve son yıllarda yaptığı bağ yatırımları ve şarap üretimiyle dikkat çeken Mustafa Çamlıca ile bağ alanlarını gezdik. Kil, kireç, taş, kömür çıkarmak için açılan maden ocaklarını yerinde gördük. Çamlıca bağlarında bağ bozumuna katıldık.

30 yıllık altın çağ

Mustafa Çamlıca’nın anlattığına göre, 1880 ile 1910 yılları arası yani 30 yıllık bir dönem Kırklareli için bağcılıkta, şarapta altın çağ kabul edilir. Sadece şarap üretimi yok. Kanyak, rakı üretimi de var. Bağcılık para kazandıran bir iş ve o yıllarda Kırklareli’nde bir burjuva hayatı oluşmuş.

Fransızların yazdıklarına göre buradaki zenginliğin kaynağı kanyak, rakı, şarap üretimidir. Bu zenginlikle geleneksel kıyafetlerin değiştiği, Avrupa tarzı giyinmeye başladıkları anlatılıyor. Altın köstekli saatleri ile hava atıkları bazı kaynaklarda yer almış. O dönemden kalan az sayıda da olsa korunmuş konakları Yayla Meydanı civarında görmek mümkün.

Bağcılığa dönüş var

Son yıllarda Kırklareli’nde şarap üreticimi ve bağcılığa olan ilgi artıyor. Özellikle 2000 yılından sonra bölgede butik-aile işletmeleri bağcılığa yatırım yapmaya başladı. Kırklareli’nde kendi bağlarında şarap üretimi yapan 4 ana işletme var. Bunlar Chamlija (Çamlıca) Bağları, Vino Dessera Bağları, Arcadia Bağları ve Saranta.

Bağı olmadan şarap üretimi yapan iki işletme daha var. Ama henüz bağ alanları çok küçük. Kırklareli’nde 2 bin 500 dönüm alanda şaraplık üzüm üretimi yapılıyor. Oysa 1900’lü yılların başında 75 bin dönüm civarındaydı. Bu aynı zamanda Kırklareli’ndeki potansiyelin büyüklüğünü gösteriyor.

Bağ kurarak şarap üretenlerin en önemli sorunu ise bölgedeki taş ocakları. Çimento için kurulan kireç, kil ocakları. Genellikle ormanlık sahada, Pınarhisar Ovası’nda ve tarımın en verimli olduğu alanlarda “kömür madeni “ lisansı ile kireç, kil, bazı yerlerde kömür çıkarılıyor.

Şarap üreticileri ile madenciler karşı karşıya

Bölgeyi birlikte gezdiğimiz Mustafa Çamlıca, çimentocularla bağcılar arasında adeta bir savaş yaşandığını belirterek şunları anlattı: “Bağcılık, şaraplık üzüm üretimi için dünyanın en uygun topraklarına sahibiz. Bu toprakların özelliği kırmızı toprak olması ve çok kaliteli kil ve kirecin olmasıdır. Bağcılığa değer katan da bu özelliklerdir. Bu bölgede kireç taşları, çok değerli killerimiz var. Çimentocuların istediği kireç taşı ve kil, bağcıların da istediği süper kireçtaşı ve kil. Bu konuda iki taraf arasında çok ciddi bir ekonomik savaş var.

Bizim bu savaştaki tezimiz şu. Çimento için bu doğayı adeta katlediyorsunuz. Çıkarılan kili, kireci bir daha yerine koyamazsınız. Üç kuruşluk çimento satacağım diye şişesi 50 Euro’luk şarap satışından vazgeçiyorsun. Üstelik 50 Euro’luk şarap bir sefer değil yüzlerce binlerce sene devam edecek. Aradaki katma değer kıyaslanamaz. İnanılmaz fark var.

Çevre açısından inanılmaz fark var. Bağcılık yaptığınızda, bağlar yeşil olduğu için doğaya oksijen veriyorsun. Çimentoculuk yaptığında bol bol kalsiyum karbonat tozu veriyorsun. Hava kirliliğine partikül kirliliğine sebep oluyorsun. Bitkilerin fotosentezine engel oluyorsun.

Yaptıkları madencilik akifer özelliği olan kayalarda yapıldığı için su kaynaklarına da zarar veriyor. Uzun dönemde su kaynakları yok ediliyor. Madenciler diyor ki biz orayı eski haline getireceğiz. Nereye eski haline getiriyorsun? Bütün maden ocakları apaçık duruyor.”

Bağcılık için Ar-Ge’ye önem verilmeli

Bağcılıkta kullanılan ana materyalin önemine dikkat çeken Mustafa Çamlıca bağ çubuğu, fidelerin büyük oranda dışarıdan temin edildiğini söylüyor. Araştırma geliştirme çalışmalarına önem verilmesi gerektiğini anlatan Çamlıca’nın anlattıkları özetle şöyle: “Eskiden yapılan üzümler hep yerli çeşitlerden yapılıyordu. Sadece Fransızların Lüleburgaz’a Uğurca köyüne yaptıkları bir yatırım var. Fakat o da olmamış sonra bırakıp gitmişler bağları da sökülmüş. Bugüne geldiğimizde bizim kendi yerel üzümümüz de var. Papaskarası mesela. Ama bizim yurtdışından getirdiğimiz fidanlar(çubuklar) da var. Bugün kurduğumuz bağların Fransız kökenli olan çeşitlerin fidanlarını Fransa’dan getirdik. Osmanlı döneminde öyle bir şey yok. Tamamen yerli çeşitler kullanılıyor.

Neden dışarıdan getiriliyor? Elimizdeki Papaskaraları, diğer çeşitler ne hükmet ne de üniversiteler tarafından geliştirilmediği için ölüme terk edilmiş. Bizim bağlarımıza diktiklerimizde 150-200 çeşit klon var. Bir standart yok. Beş benzemez gibi bir sürü Papaskarası klonu var. Bugün artık her şey kalite ve sürdürülebilirlik üzerine. Fransız’ın klonunu alıyorsun bir tane klon numarası var ve hepsi tutuyor. Dolayısıyla bir bağ kurduğunuzda ne idüğü belirsiz birbirini tutmayan klonlar mı tercih edersiniz standart, kaliteli hepsi aynı özellikleri taşıyan klonu mu tercih edersiniz? Türkiye’deki fidan kurumlarının durumu felaket. Bunun için hükümet izin verdi “2023’e kadar fidan getirebilirsiniz” diye. Fidanlık kalmadı. Yatırım yapılmıyor fidanlıklara. Bir seferde vereyim paramı alayım diye bakılıyor. Uzun dönem bir şey yok. Fransızlar Ar-Ge yapıyor ve her yere fidan satıyor. Klonları geliştiriyor. Türkiye’de yerli fidanlar kalitesiz olduğu için insanlar yerli fidanla dikim yapmak istemiyor.

Burada Cabernet Savuignon fidanı alıyorsun. Bu hangi klon diyorsunuz. Cabernet Savuignon diyor. Ya bunun erkencisi var, geççisi var. Birçok çeşit klon var.  Sen karmakarışık verirsen ben bu bağda nasıl bağ bozumu yapacağım. Bazıları erkenci bazıları geççi üzüm aynı zamanda olgunlaşmıyor.

Trakya Bağcılık Araştırma Enstitüsü var. Ama kapasitesi yetersiz. Bağcılık Araştırma’nın 3 yıllık üretimini alabilecek durumdayım. Ama onlar da size 5-10 bin kök verebiliriz diyor. Benim ihtiyacım 100 bin kök.

Bugün 5 bin yıl öncesine giderseniz Fransa’da Avrupa’da yetişen asmaların genetik kökeni tamamı Anadolu. Onda bir sıkıntı yok. Ama o genetik kökenin üzerine onlar kendi çeşitlerini geliştirmişler.”

Fransa’dan daha kaliteli şaraplar çıkıyor

Istranca’nın şarapçılık için muhteşem bir teruara (doğallık ve özgünlüğünü coğrafi kökeninden alan ürünlerin yetiştirildiği özel bölgeleri tanımlamak için kullanılıyor) sahip olduğuna dikkat çeken Çamlıca: “ Buradaki şarapların kalitesi muazzam. Fransa’dan daha kalitelisi de çıkıyor.  En son Londra’da The Drinks Business dergisinin düzenlediği şarap yarışmasında en yüksek tadım notunu alarak yarışma birincisi olan Django 2019 şarabımız burada üretiliyor. Yarışmada 100+ Euro fiyat kategorisinde yarışan şarabımız en pahalı kategoride yani bugünkü parayla 2 bin liranın üzerinde bir fiyat kategorisinde yarıştı. İşte 50 Euro’ya ihraç ettiğimiz şaraplardan birisi bu. Cabernet Savuignon buranın doğasında teruarında mükemmel bir sonuç verdi. Niye verdi. Buranın çakıl taşları artı kırmızı toprağı artı killeri, kireci sayesinde. İşte biz bu killerin, kirecin, kırmızı toprağın çimentoda değil şarapta kullanılmasını istiyoruz.” dedi.

Kırklareli’nde iki gün gezip gördüklerimiz bize umut verdi. Elbette çok önemli sorunlar da var. Ama çok büyük potansiyel de var. Türkiye sadece şaraptan yılda 2-3 milyar dolar döviz sağlayabilir. Bugün bu kapasitenin ancak binde 1’i kullanılıyor. Şarap üretiminin ve ihracatının artması için Kırklareli’nde ve ülkenin diğer bölgelerinde üreticiler desteklenmeli. Beton yerine üretim ekonomisi tercih edilmeli.

Tüm yazılarını göster