Dağlık Karabağ’da eylül ayında Azerbaycan ve Ermenistan arasında başlayan çatışmalar, 9 Kasım’da Rusya’nın girişimiyle imzalanan ateşkes anlaşması ile sona erdi.
Moskova’nın ağırlığını koyup, Bakü ve Erivan’ın imzasını aldığı anlaşmanın “bilançosu” şöyle;
Kazananlar
Anlaşmanın iki kazananı var; İlki elbette Azerbaycan. Bakü yönetimi, savaşarak Ermenistan’ın Dağlık Karabağ etrafında işgal ettiği Azerbaycan topraklarının büyük bölümünü geri almıştı. Anlaşma ile, Ermeni işgalindeki diğer Azerbaycan topraklarının da geri verilmesi kararlaştırıldı.
İkinci kazanan Rusya oldu. Rus askerleri, anlaşma uyarınca “ateşkes gözlemcisi” adı altında Karabağ’a yerleştirildi.
Rus askeri, Moskova-Erivan arasındaki ittifak nedeniyle zaten Ermenistan’da bulunuyordu. Şimdi Azerbaycan toprakları olan Karabağ ve etrafına da Rus askeri girmiş oldu.
Rusya’nın bir başka kazancı, Karabağ sorununun “uluslararası” yönünü sona erdirip, bu konudaki “tek garantör” haline gelmesi oldu. Karabağ sorununun çözümü için ilk günden bu yana faaliyet gösteren, Rusya-ABD-Fransa’nın eş başkanları oldukları, Türkiye’nin de içinde bulunduğu çok uluslu Minsk grubu fiilen işlevsiz hale getirildi.
Moskova ateşkes anlaşması sayesinde ayrıca, Ermenistan’daki Batı ile ilişki kurmaya çalışan Paşinyan hükümetine de “asıl patronun kim olduğunu” gösterdi. Nitekim Karabağ ateşkes anlaşması sonrasında Erivan’da yaşanan olaylar, Paşinyan hükümeti için “sonun başlangıcının” işareti gibi.
Kaybedenler
Ateşkes anlaşmasının “kaybedeni” hiç şüphesiz Ermenistan; 1990’lı yılların başından bu yana işgal altında tuttuğu Azeri topraklarını asıl sahiplerine geri vermek zorunda kaldı. Ermenistan’daki Rus askeri varlığı iyice arttı, Erivan yönetiminin bir şekilde Batı ittifaklarına yönelmesinin kesin olarak önü kesildi.
Ancak bir başka “kaybeden” taraf daha var;
Türkiye, eylül ayında başlayan çatışmalarda tüm gücüyle Azerbaycan’ın yanında yer almasına rağmen, ateşkes anlaşmasında hiç adı geçmedi. Ankara’nın Azerbaycan üzerinden Moskova’ya yaptığı telkinlere rağmen, Karabağ’a yerleştirilen ateşkesi izleme gücüne Türk askeri dahil edilmedi.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in “Türk ve Rus askerleri ateşkesi birlikte gözlemleyecekler” sözleriyle ise, Karabağ’daki barış gücünü değil, Azerbaycan topraklarında kurulacak ikincil bir merkezi kastettiği anlaşıldı. Türk askeri Bakü ile olan ikili anlaşmalar çerçevesinde eğitim ve lojistik destek için zaten Azerbaycan topraklarında konuşlu. Dolayısıyla yine Azerbaycan’da Rus ve Türk gözlemcilerin birlikte çalışacağı ayrı bir merkez kurulmasının işlevinin ancak AK Parti hükümetinin iç kamuoyuna vermek istediği “Türkiye ateşkesin tarafı” izlenimi için olduğunu düşünmek mümkün.
Yine Rusya’nın tek başına ateşkes garantörlüğünü üstlenmesiyle Karabağ krizinde 30 yıldır söz sahibi olan Rusya dışındaki Minsk grubu ülkelerini de kaybedenler bölümüne yazmak gerekir.
Ateşkes anlaşmasının muğlak bıraktıkları
Anlaşmanın muğlak bıraktığı unsurlar da var;
Mesela Karabağ’ın statüsüne ilişkin herhangi bir atıf yok anlaşmada. Statü konusundaki bu muğlaklık, Rus askerinin bölgedeki varlığını yıllarca uzatmasının önünü açıyor.
Ayrıca anlaşmada Ermenistan ile Karabağ’ı birbirine bağlayan Laçin koridoruna da Rus askeri yerleştirilmesi, bu koridoru da, Ermenistan’ın Karabağ üzerindeki “zımni etkisini” de meşrulaştırır nitelikte.
Nahçıvan koridorunu Türkiye vatandaşları kullanabilecek mi?
Ateşkes anlaşmasındaki bir başka muğlaklık, Laçin koridoruna karşılık, Azerbaycan ile Nahçıvan arasında da, yine Rus askerinin gözetiminde bir koridor oluşturulmasına ilişkin maddede;
Anlaşmaya göre “vatandaşlar” bu koridorda inşa edilecek karayolunu kullanarak Nahçıvan-Azerbaycan arasında karadan da yolculuk yapabilecekler.
“Vatandaşların”, Azerbaycan nüfusuna kayıtlı kişiler oldukları açık. Ancak başka bir ülkenin, mesela Türkiye’nin de vatandaşlarının bu koridoru kullanıp kullanamayacakları belirsiz. Yani bir Türk vatandaşının Türkiye’den çıkıp, karayoluyla Bakü’ye kadar gidip gidemeyeceği Rusya’nın insafına kalmış durumda.
Tüm bunları alt alta koyduğunuzda, Karabağ’da en büyük kazananın Rusya olduğu aşikar. Türkiye’ye kalan ise, yine “sahada olup”, masaya bir türlü oturamamak...