Kelimeler iletişimin temel taşı. Görüşlerimizi, taleplerimizi, iddialarımızı, eleştirilerimizi onlarla inşa ediyor ve muhataplarımızı ikna etmeyi umuyoruz. Peki, karşımızdaki kişi kelimelere bizden farklı anlam yüklüyorsa! Yani aslında aynı lisanı konuşmuyorsak?
Çeşitli ülkelerdeki pek çok şirkette gözlediğim bu ciddi riski üç iletişim katmanında ele alalım: çalışanlar arasında, birimler arasında ve üst yönetim ile personel arasında.
ÇALIŞANLAR ARASINDA. Ne kadar doğrudan iletişim kurduğunuz çok önemli bir konu. Mesela, ‘bu iş olmamış’ ifadesini işitmek bazıları için kendilerini geliştirme fırsatı, bazıları için nötr, yalın ve net bir geri bildirim, bazıları için ise adeta kişiliklerine yapılan bir saldırı. İletişim üsluplarını baştan açıkça konuşmak bunu aşmaya yardımcı olabilir.
Bir diğer kritik konu, terim kullanımı. Mesela ‘teori’ çoğu kişi için ‘kanıtlanmamış kişisel bir fikir’ anlamına gelirken, bilim insanları için ‘bir olgunun sürekli olarak doğrulanmış gözlem ve deneylerle açıklanması’ demek. İki yaklaşımın önem seviyeleri apayrı.
Nihayet, ‘plaza dili’ denen ve yabancı dilde kelimeler serpiştirtirilmiş cümlelerden oluşan ifadeler... Bunun bazı muhataplar için çok rahatsız edici olduğunu unutmamalı.
BİRİMLER ARASINDA. Hem Nobel hem Oscar ödülü alan tek yazar George Bernard Shaw’un ‘İngiltere ve Amerika aynı lisanın ayırdığı iki ülkedir’ sözü şirketlerimizdeki birimler için de geçerli olabiliyor. Mesela ‘acil’ kelimesi satış ve üretim ekipleri için farklı zaman dilimlerini ifade eder. Pazarlama ve araştırma-geliştirme bölümleri için ‘ürünün hazır olması’ apayrı noktalardır. Bir mühendis ile bir hukukçunun ‘kabul edilebilir hata payı’ anlayışları arasında dağlar vardır. Netlik sağlamak için ortak bir sözlükte mutabık kalmak ve mümkün olduğunca sözel değil sayısal ifadeler kullanmak yararlı olabilir.
ÜST YÖNETİM İLE PERSONEL ARASINDA. Bu alanda iki çok temel mesele var. Birincisi, ‘prezentasyon dili’. Yukarıda bahsettiğimiz ‘terim kullanımı’ ve ‘plaza dili’ne benzeyen ama farklı bir konudan bahsediyorum. Herkesin kulağına hoş gelecek tumturaklı ifadelerle dolu sunumları düşünün. ‘Marjımızı koruyarak büyümeye odaklanacak, tüm paydaşlar için değer yaratarak ekosistemin gelişimine öncülük edeceğiz’ gibi fiyakalı ifadeler geçidi olan cilalı metinler... Bunlar ortalama çalışana hiçbir şey ifade etmez!
İkincisi, muğlaklığın bir iletişim normu haline gelmesi. Bunun yarattığı belirsizlik, iş yapılmasını engeller. Çalışanlar ne yapacaklarını bilemezler, yanlış bir şey yapmaktan korkarlar ve hiçbir şey yapmamayı tercih ederler. Neticede şirket yavaşlar, hatta durur. Ekonomi teorisindeki, ‘belirsizliğin işlem maliyetlerini artırması ve aslında yapılabilecek çeşitli işlemlerin yapılamaz hale gelmesi’nin net bir örneği yaşanır.
Ancak işler burada da kalmayabilir. Kişiler inanmasalar da ‘münasip’ olduğunu düşündükleri şeyleri söylemeye başlayabilirler. Tıpkı Orwell’in 1984 romanındaki Yenisöylem (Newspeak) benzeri, yeni bir şirket içi lisan oluşmaya başlar (‘Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür). Kelimeler gerçek anlamından farklı kullanılsa da herkes karşısındakinin aslında ne kast ettiğini anlar ve oyunu sürdürür. Tabii, bunun kaçınılmaz sonucu, şirketin çürümesidir.
Özetle, kelime deyip geçmeyin. Aynı kelimelerden aynı şeyleri anladığımızdan emin olmakta yarar var!