Uygulamada “naylon fatura” olarak bilinen sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleme ve kullanma ülkemizin kanayan yaralarından birisidir. Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesinde “vergi kaçakçılığı” olarak tanımlanan ve 3 kat vergi ziyaı cezasına ilave olarak hapis cezası da öngörülen bu suç; hem Maliye, hem iyi niyetli mükellefler açısından ciddi mağduriyetlere neden olmaktadır. Maliye açısından, ciddi bir vergi kaybına neden olunmakta, gerekli tespitler yapılıncaya kadar bu işin ticaretini yapanlar çoktan kayıplara karışıp kurdukları yeni şirketlerle sahte belge ticaretine devam etmektedirler. Vatandaş açısından ise mal/hizmet alınan şirketler hakkında sahte belge düzenleyicisi raporu düzenlendiğinde, bu şirketten alım yapan bütün mükellefler hakkında sahte belge kullanıcı raporu düzenlenmekte (alımlar gerçek olsa da) ve bundan sonrası vergi müfettişinin insafına kalmaktadır. Çünkü, müfettiş sahte belge kullanımının kasten yapıldığı yönünde rapor düzenlerse hem 3 kat vergi cezası kesilmekte, hem de mükellefi savcılığa göndermektedir. Müfettiş, sahte belge kullanımının kasten olmadığı yönünde rapor düzenlerse sadece 1 kat vergi ziyaı cezası kesilmektedir. Dolayısıyla, kasten kullanıp kullanmama tespiti çok önemlidir. Hakkında sahte belge kullanma ve düzenleme tespiti olanları Maliye özel koda almakta ve bu mükelleflerin ticari hayatı da bitme noktasına gelebilmektedir. Zira koda alınan bir şirketle kimse çalışmak istememektedir. Ayrıca, hakkında kasten sahte belge kullanma raporu düzenlenenler uzlaşma gibi imkanlardan yararlanamadıkları gibi geçmişte çıkarılan vergi barışı (affı) uygulamalarının da dışında bırakılmışlardır.
Özetle, naylon fatura konusu herkes açısından dramatik sonuçlar doğurmaktadır. Vergi yargısının da kafası bu konuda net değildir. Aynı düzenleyiciden mal alan mükelleflerin bazısı açtıkları davaları kazanırken bazısı kaybetmektedir. Bazı durumlarda kullanıcılar mahkum olurken, düzenleyiciler aklanmaktadır. Alımları gerçek olan, ödemelerini bankadan yapan mükellefler davalarını kaybederken, gerçek kullanıcılar yetersiz tespit, eksik inceleme nedeniyle açtıkları davaları kazanabilmektedir.
Anayasa Mahkemesi (AYM), 20 Ocak 2021 tarihli RG’de yayımlanan 18.11.2020 tarihli, 2017/30526 başvuru numaralı kararında naylon fatura kullanıcılarını ilgilendiren önemli bir karar vermiştir. (Aslında birazdan açıklayacağım üzere karar vermemiştir.) Karara konu başvuru, sahte fatura kullanma sebebine dayalı olarak resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin iptali istemiyle açılan davada, fatura düzenleyicisi mükellefin faaliyetinin gerçek olduğu yolunda başka mahkemeler tarafindan verilen kararların dikkate alınmaması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yapılmıştır. Yani başvurucu “Aynı şirketten alım yapanların açtığı davalarda mahkemeler sahte belge düzenlemesi yok derken, benim açtığım davada mahkemenin sahte belge düzenlemesi var demesi hakkaniyetli değil” diyerek AYM’nin yolunu tutmuştur.
AYM, kararda önce derece mahkemelerinin her iki yöndeki kararlarının gerekçelerini irdelemiş ve farklılıklarını ortaya koymuştur. Daha sonra, benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıklarının tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği yönündeki içtihatlarını hatırlattıktan sonra, başvuru konusu olayda farklılığın kanun hükümlerinin yorumlanmasındaki farklılıktan kaynaklanmadığı, dolayısıyla içtihat farklılığı olarak nitelendirilmeyeceğini belirtmiştir.
Yüksek Mahkeme, başvuru konusu olayda sahte belge düzenlediği iddia edilen şirket hakkında yapılan tespitlerin bu şirketin gerçek bir faaliyetinin bulunmadığını göstermeye yetip yetmediği konusunda mahkemeler arasında bir değerlendirme farklılığı bulunduğunu, derece mahkemelerince ulaşılan sonuçların birbirinden farklı olmakla birlikte, varılan sonuca hangi nedenle ulaşıldığını başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkan verecek yeterli gerekçeler sunduğunu söylemiştir. Ayrıca başvurucunun mahkemelerin kararlarında bariz takdir hatası olduğu yönündeki iddianın mahkemelerce delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu, mahkemelerin karar gerekçesinde bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik olaşturan bir hususun bulunmadığı dikkate alındığında, bu iddianın “kanun yolu şikayeti” niteliğinde olduğundan açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
AYM, yukarıdaki kararıyla konunun Anayasal açıdan değerlendirelemeyeceği yönünde içtihat oluştumuştur. Bu kararın doğrudan ve dolaylı etkileri olacaktır. Doğrudan etki, sahte belge kullanıcıları açısındandır. Bir içtihat değişikliği olmadıkça, bundan sonra vergi mahkemelerinin sahte belge kullanımı konusunda farklı yöndeki kararlarının anayasal denetimi yapılamayacaktır. Ancak bunun için mahkemelerin kararlarının objektif olarak yeterli düzeyde gerekçelendirilmesi gerekmektedir. Kararın dolaylı etkisi ise bütün mahkemeleri ilgilendirmektedir. AYM, derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlamada farklılıklarını (içtihat farklılıklarını) anayasa açısından problem olarak görmemektedir. Bu kararla birlikte, mahkemelerin olguları (maddi vakaları) değerlendirmelerindeki farklılıkların da yeterli ve objektif gerekçelendirilmek şartıyla, anayasa açısından problemli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
AYM’nin söz konusu kararına karşı şu eleştiri yapılabilir. Kararın arkasında iki temel gerekçe bulunmaktadır. 1) Derece mahkemelerinin kararlarını yeterli gerekçelendirmesi, 2) konunun kanun yolu şikayeti niteliğinde olması. Öncelikle, mahkemeler kararlarını gerekçelendirse bile bu gerekçelerin ne kadar yeterli ve objektif olduğu konusu subjektiftir. Mahkemenin bu tür kararlarında temel ilkeler koyarak derece mahkemelerine yol göstermesi, hangi değerlendirmeleri yaptıklarında yeterli ve objektif bir gerekçe sunulmuş olduğunu belirtmesi gerekir. Örneğin, dava konusu sahte belge kullanma olayında derece mahkemesinin hangi incelemeleri yapması gerektiği veya tespitlerin asgari hangi hususları içermesi gerektiği yönünde değerlendirme yapmalıdır diye düşünüyorum. Yoksa derece mahkemelerinin ulaştığı sonuçlar için sundukları gerekçelerin ne kadar yeterli olduğunun denetimi yapılamaz. Aslında bu denetim AYM’nin söylediği üzere kanun yolu şikayetinin konusudur. Ancak, tıpkı başvuru konusu olaydaki gibi artık başvuracak kanun yolu kalmamışsa veya kanun yolunda en üst mahkeme (Danıştay, Yargıtay veya kesin kararlarında istinaf mahkemeleri) bu duruma sebep en olmuşsa ne olacaktır?
Sahte belge kullanma raporlarına karşı açılan davalar açısından pratik önerim, bu davalar arasında zorunlu olarak bağlantı kararları verilmesini sağlayacak bir düzenlemenin yapılmasıdır.
Sözün özü: Her gerekçe ikna edici değildir.