Ne kadar yakınsak da gümrük birliği içinde olduğumuz Avrupa Birliği (AB) Türkiye ekonomisi için istikrar demek. Bu nedenle ne zaman Avrupa’nın ekonomik istikrarı bozulsa bu durum bizi de olumsuz etkiliyor.
Türkiye ekonomisi yıllardır dış ticarette düzenli olarak açık veren ve buna bağlı olarak ödemeler dengesinde de cari işlemler açığı olan bir ülke. Mesela zayıf Türk Lirası nedeniyle dış ticaretimizin daha dengeli bir hal almasını beklediğimiz 2022 yılının ilk 7 ayında bile 62 milyar dolarlık açık vermişiz. Oysa 2021 aynı dönemde açık 25.5 milyardı. Bir yılda neredeyse 1.5 katına yükselmiş. Açığın ülkeler itibariyle dağılımına baktığımızda ilk sırada Rusya’yı görüyoruz. Rusya’nın ardından Çin geliyor. Bunlara karşı verdiğimiz açık 50 milyar doları buluyor. Bu iki ülkeye Hindistan ve Güney Kore’yi eklediğimizde 60 milyar doları aşan bir açık rakamına yükseliyoruz.
Ülkeler itibariyle dış ticaret listesinde dikkati çeken Avrupa Birliği ülkelerine karşı olan ticaretimizde ya fazla ya da düşük miktarda açık verdiğimiz. Örneğin, bu yılın ilk yedi ayında Hollanda, Fransa, İspanya, Polonya ve Belçika ile olan ticaretimizde bu ülkelerden aldığımızdan daha fazlasını onlara satmışız. Bunlara bir süre önce AB’den ayrılan İngiltere’yi de ekleyebiliriz. İtalya ile ise dengeli başa baş bir dış ticaretimiz var. Düzenli olarak açık verdiklerimiz ise Rusya, Çin, Hindistan, Güney Kore, Malezya ve Suudi Arabistan. Rusya ve Suudi Arabistan ile olan açığın ana nedeni bu ülkelerden yapılan enerji ithalatı ancak diğerleri için durum farklı. İçeride üretemediğimiz bazı girdileri bu ülkelerden ithal etme zorundayız. Ayrıca bu ülkelere ucuz mal satıp, onlardan pahalı mal alıyoruz. İmalat sanayi ihracatımızın yüzde 35’i orta ve yüksek teknolojili içeriğe sahip ürünlerden oluşurken, ithalatımızda bu oran yüzde 52’yi aşıyor.
Bu tablo bize üretim yapımızı değiştirmemizin faydamıza olacağını gösteriyor ama aynı zamanda AB’nin önemini ve Avrupa ekonomisindeki sorunlara kayıtsız kalamayacağımızı anlatıyor. Mesele sadece dış ticaret yani mal alıp satmak değil. Yabancı sermaye yatırımları ve turizm açısından da Avrupa bizim için kritik önem taşıyor.
Bizim için böylesine önemli olan Avrupa Birliği’nin başı belada. Arka arkaya bir dizi şokla sarsıldı. Nerdeyse “mükemmel fırtına”ya yakalandı; hasta adam diye çağrılmaya başlandı.
Bölgenin yakın bir dönemde resesyona gireceğine kesin gözüyle bakılıyor. Özellikle bizim ilk yedi ayında 20 milyar doları aşkın ihracat yaptığımız Almana ve İtalya bu krizden en fazla etkilenecek olan ülkeler. Bölge bir yandan da enflasyon ile boğuşuyor. Tüketicilerin alım gücü zayıflıyor. Oysa Avrupa bu yıla güçlü bir toparlanma umuduyla başlamıştı. Rusya’nın Şubat sonunda Ukrayna’ya saldırısı tüm resmi değiştirdi. Pembeden önce griye sonra siyaha çevirdi. Euro hızla değer kaybetti, AB’nin ithalatı pahalılaştı, ihracatı ucuzlaştı. Oysa biz onlara daha fazla mal satmak, daha çok turist ve doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekmek istiyorduk. Enflasyonun artmakta olduğu ve ekonomisinin resesyona doğru gittiği bir ülkenin firmaları ve vatandaşları doğal olarak alımlarımı kısmak ve satışlarını arttırmak isterler. Avrupalılar hem enflasyon hem de zayıf Euro nedeniyle harcama güçleri azaldığı için tatillerini başka ülkelerde geçirmeye daha az hevesli olurlar. Böylesi bir fırtına ortamında yatırımcılar ise yatırım planlarını rafa kaldırmak isteyebilirler.
İşte bizi bekleyen riskler bunlar…