Avrupa Birliği’ndeki (AB) kurtarma paketi tartışmaları akla yine malum soruyu getirdi. AB mevcut şekliyle varlığını sürdürebilecek mi? Biz Ayasofya tartışmasına odaklanmışken Avrupa’da derin bir pazarlık süreci devam ediyordu. 1950 yılında Schuman Planı ile başlayan Avrupa’nın birliği projesi bir defa daha sınav veriyordu. Geçen hafta 27 AB lideri Brüksel’de defalarca bir araya gelip, anlaşamadan ayrıldılar. Bu yazı yazıldığı sırada da henüz bir anlaşma yoktu. Masada toplam değeri 1.85 trilyon euro olan iki önemli başlık vardı: 750 milyarlık bir COVID-19 sonrası kurtarma paketi ve 1.1 trilyonluk yedi yıl vadeli mali çerçeve paketi. İkisi de mali yönü ağır basan konular gibi görünüyor ama detaylara inildiğinde Avrupalılığın, AB değerlerinin ve AB içindeki bölünmenin ne olduğunu görüyoruz.
Tartışmaları izleyince akla “Avrupalılar bizi sevmiyor, bize kötü davranıyor” yakınmalarımız geldi. Meğer haksızlık etmişiz. Avrupalılar kendilerine de aynı şekilde davranıyorlarmış. Adamların bir değerler kümesi ve hukuk kuralları var ve birliği oluşturan çekirdek ülkeler her şeyin bunlara uygun olmasını istiyor. Ancak çoğu birliğe sonradan katılan çevre ülkeler ise uymakta zorlanıyor, sorun yaratıyorlar.
Mesela 750 milyarlık paketle ilgili süreç AB’deki bölünmeye dair fikir veriyor. Üyeler fonun kullanım koşulları ve kompozisyonu konusunda anlaşamıyorlar.
Ne kadarının hibe, ne kadarının kredi olarak kullandırılacağı bir tartışma konusu. Hibe olan kısmın kullandırılmasının hangi şartlara bağlanacağı ayrı bir tartışma konusu. Mesela “hukuka saygı” bir koşul olacak mı? Hollanda “olsun” diyor. Bu konuda özürlü olan Macaristan ve Polonya ise karşı çıkıyor. Hatta Macar lider Viktor Orban şart gelmesi halinde sürece taş koyacağını söylüyor. Olacak iş mi? Birliğe sonradan katılan küçük Macaristan koca AB’yi tehdit ediyor. Yapabilir mi? Yapabilir. Çünkü karar için oybirliği gerekiyor. Avrupalılık galiba böyle bir şey…
Kriz AB’deki güney-kuzey ya da çekirdek-çevre çatışmasını tekrar öne çıkardı. Bir yanda ekonomisi sorunlu ve gevşek güneyliler, diğer yanda ekonomisi güçlü ve disiplinli kuzeyliler. Ortada ise masanın gerçek sahibi Almanya ve Fransa var. İspanya ve İtalya gibi güneyliler pandemide ciddi zarar gördüler.
Koparabildikleri kadar fazla parayı alma peşindeler; çünkü çok ihtiyaçları var. Öte yanda ise “Tutumlu Dörtlü” olarak adlandırılan Hollanda, Danimarka, İsveç ve Avusturya ile Finlandiya gibi hali vakti yerinde olan kuzeyliler var. Onlar paranın hibeden çok kredi olarak verilmesini ve kullanımın koşullara bağlanmasını savunuyorlar. Paranın yanlış kullanılması halinde kullandırımının frenleneceği bir mekanizma kurulmasını istiyorlar. Polonya ve Macaristan gibi demokrasi sorunları olanları rahatsız eden bir talep bu.
Konu basit bir kriz yardımı değil. Bir yandan COVID-19’un neden olduğu zararların onarılması hedefleniyor; öte yandan ekonomilerin reforme edilmesi ve toplumun yeniden modellenmesi amaçlanıyor. Sağlanacak fonların bir bölümü iklim ile ilgili projelerde kullanılacak. Hollanda, mesela, kullanım alanının reformlar, altyapı modernizasyonu ve çevre olmasında ısrarlı. Yeşile, dijital dönüşüme ve dayanıklı AB’ye yatırımı amaçlıyor. Ana koşul ise AB hukuku ve değerlerine saygı ile ilişkilendirilmesi.
AB projesi yine zor bir dönemden geçiyor.. Ekonomik bir güç odağı olmalarına rağmen politik olarak ABD, Rusya ve Çin gibi güce sahip olamadılar. İngiltere’nin ayrılmasının etkisi henüz bilinmiyor. Birlik kuzey ve güney diye ikiye bölünmüş durumda. Mali disipline ve AB değerlerine sadık kuzeyliler açısından bakıldığında haklı görünüyorlar. Ama bir de hikâyenin diğer boyutu var. Güneyden bakıldığında durum hiç de adil değil. Perşembe günü o boyutla devam edeceğiz.