Avrupa’da birçok dengesizlik var. Bu dengesizliklerin en yüksek derecede gözlendiği alanlardan biri de teknoloji ekosistemi. Avrupa’daki teknoloji şirketlerinin toplam değerinin %80’i İngiltere, Fransa, Almanya ve Benelüks ülkelerinden geliyor. İlginç olan şu: Bu ülkelerde girişimcilik eğilimi yüksek değil. Çünkü herkesin keyfi yerinde. Girişimlerin önemli bir bölümü Doğu ve Güneydoğu Avrupa’dan çıkıyor. Fakat biraz yol alınca daha da büyüyebilmek için Kuzeybatı Avrupa’daki ülkelere taşınıyorlar. Bir bakıma Avrupa’daki merkez ülkeler, çevre ülkelerin girişimci insan kaynağını emiyor. Geçen hafta, Webrazzi’nin kurucusu Arda Kutsal’ın Londra’da düzenlediği TechEU etkinliği, işte bu nedenle, Türk, Bulgar ve diğer Doğru Avrupalı girişimcilerle doluydu.
Peki, bu dengeler içinde Türkiye nasıl daha çok teknoloji yatırımı çekebilir? Geçen sene toplam teknoloji yatırımları içinde %10’a inen yabancı payını nasıl artırabilir? Bana göre bu sorulara cevap verebilmek için güçlü yanlarımızı tartışmadan önce güçsüz yanlarımızı iyi anlamamız gerekli.
Birincisi, Türkiye artık genç bir ülke değil. Ortanca yaş 2023’te 34’e yükseldi. Sadece beş yıl önce, 2018’de, bu rakam 32’ydi. 2010’lar’da genç ve dijital bir pazarız diye kendimizi sattığımız hikâyeler eskisi gibi anlamlı değil. Zira bizden daha genç ve dinamik olan bir çok ülke son dönemde öne çıkmaya başladı. Örneğin Nijerya ve Hindistan’da ortanca yaş sırasıyla 17 ve 28. O nedenle demografik avantaj üzerine kurulu hikâyelere takılıp kalmamak lâzım.
İkincisi, Türkiye’de teknoloji işi yapma maliyetleri düşük değil. Bunun iki nedeni var. Birincisi, yazılım sektörü için sınırlar COVID 19’dan sonra daha da silikleşti. Yazılımcılar, bulundukları yerden dünyanın her yerine iş yapabiliyor. O yüzden de iyi kalifiye personelin ücretleri global olarak belirleniyor. İkincisi, ücretlerde yerel etki olsa bile gittikçe reel olarak değerlenen TL artık bu avantajı ortadan kaldırıyor. Londra’da konuştuğum bir işadamı, “Türkiye yerine Portekiz’den yazılımcı tutmayı tercih ediyoruz. Ücretler aynı ama hiç olmazsa kışın üç saate çıkan saat farkı yok.” diyordu.
Üçüncüsü, kendi finansal kaynaklarımız teknoloji ekosistemini geliştirmek için yeterli değil. Mayıs başında Mehmet Şimşek, yeni bir fonların fonu kurulacağını ve bunun için 50 milyon dolarlık bir kaynak ayrılacağını açıkladı. Bu para, girişim sermayesi fonları üzerinden yatırılacak. Çok güzel tabii, ama çok az. Geçen yıl Almanya, benzer şekilde çalışacak bir fon için 1 milyar avro kamu kaynağı ayırdığını duyurmuştu. Bu ay başında Estonya sadece savunma sanayii için 50 milyon dolarlık bir kamu fonu ayırdığını ilan etti. Estonya’nın nüfusu 1 milyon. Bugün gelişen yapay zekâ ve iklim teknolojileri çok sermaye gerektiriyor ve bunun için çok büyük kaynaklara ihtiyaç var. 2010’ların fintek işleri gibi az maliyetle iş büyütmek mümkün değil.
Peki, 2030’lara doğru hızla ilerlerken Türkiye’nin teknoloji yatırımı hikâyesinin unsurları neler olabilir? Aklıma gelenler şunlar: Birincisi, Türkiye her ülkede pazara girecek ürünler için iyi bir deney alanı (testbed). Bunun bir nedeni de nüfusumuzun sosyo-ekonomik yapısı. Türkiye’de, Belçika nüfusu kadar, Belçikalı gelir seviyesinde ve alışkanlıklarında insan var. Öte yandan Suriye nüfusu kadar ve Suriye gelir seviyesinde ve alışkanlıklarında da nüfusumuz var. Zaten Coca-Cola, P&G gibi şirketler Türkiye’yi uzun süredir deney alanı olarak kullanıyor. Teknoloji girişimleri için de buradan başlayıp başka ülkelere ölçeklenmek mümkün. Hele Orta Asya ve kısmen Ortadoğu coğrafyasında, buradan gitmek itibar da getiriyor.
İkincisi, diasporamız gittikçe güçleniyor ve beraberinde yeni ilişki ağları getiriyor. Tamam, henüz bir Hindistan gibi, dünyadaki tüm teknoloji şirketlerinin CEO’ları Türkiye’den gelmiyor. Ama fena da sayılmayız. Gün geçtikçe, diaspora bağlantılarımız şirket büyümelerinde ve yatırım çekerken daha da faydalı olacak.
Üçüncüsü, makro istikrar yeni tesis ediliyor. Dolayısıyla şirket değerlemeleri hâlâ çok düşük ve yatırımcılar için iyi fırsatlar var. Kısa vadede bunu da gözden kaçırmamak lâzım. Hikâyemizi bir yandan devlet bir yandan da özel sektör üzerinden anlatmaya devam etmeliyiz. Anlattıkça ön yargıları aşacağız.