2008 yılına kadar ABD ve Avrupa ekonomilerinin büyüklükleri birbirine oldukça yakın seyrederdi. Ancak 2008 yılından sonra farkın ABD lehine giderek açıldığını gözlemliyoruz. Şöyle ki, 2008’de ABD’nin GSYH’sı 14.8 trilyon dolar, Euro Bölgesi’ninki ise 14.2 trilyondu. 2023’e geldiğimizde ise ABD’nin milli geliri 27.4 trilyon dolara ulaşırken, Euro Bölgesi’ninki ise sadece 15 trilyon dolar. 15 senede ABD Avrupa’ya yüzde 83 fark yaratmış durumda. Burada Euro Bölgesi rakamlarını kullanıyorum ama Avrupa’nın geri kalanının durumu da hiç farklı değil. Hele AB’den ayrılan İngiltere’nin durumu daha da kötü olabilir. Hatırlanırsa geçen sene İngiltere’yi ABD’nin en fakir eyaleti olan Mississippi ile kıyaslayan yorumlar medyada yer almıştı!
Hemen belirteyim ki farkın bu derecede açılmasında 2 tane dışsal sayılabilecek etken var. Birincisi euro/dolar paritesindeki değişiklik: 2008 yılında Euro Dolara karşı en yüksek değerlerine ulaşmıştı. Mart 2008’de 1.57 ile tepe yapan parite küresel finansal krizin başlamasıyla sene sonunu 1.28’de kapamıştı. Bugün ise parite 1.07 civarlarında. Bu da tabi haliyle Euro Bölgesi’nin dolar değeri üzerinden yapılan milli gelir hesaplamasını menfi yönde etkilemekte. (Ancak, bu noktada bizzat ABD’nin artan ekonomik gücü nedeniyle parasının da daha değerlenmiş olduğu da düşünülebilir.) Diğer etken ise tabi ki nüfus artış hızlarındaki farklılık. 2008 yılında 305.7 milyon olan ABD nüfusu geçen sene sonunda yüzde 11,2 artışla 340 milyona ulaştı. Aynı dönemde AB nüfusu ise 495 milyondan sadece yüzde 4,2 artışla 516 milyona yükseldi (Karşılaştırma için 2023 nüfusuna İngiltere dahil.) Nüfus artış hızındaki bu fark da bir ülke (ya da bölge) ekonomisinin toplam GSYH’nı artıran bir etken.
Ancak, 2 bölge arasında açılan farkı sadece parite değişikliklerine ve nüfus artışına bağlamak doğru değil. Euro Bölgesi olarak konuşursak, uygulanmakta ısrar edilen yanlış ekonomi politikalarının bu başarısızlıkta önemli payı var. En basitinden 2008 krizinin Avrupa’ya yayılması sonrasında gündeme gelen Güney ülkeleri borç krizinde bir türlü ortak mutabakat sağlanamaması, Almanya’nın bu ülkeleri tembellikle suçlayarak borçlarını çevirmeleri için AB nezdinde tahvil ihracına izin vermemesi krizin sadece bu ülkeler için değil, alım güçleri azaldığı için diğer Avrupa ülkeleri açısından da derinleşmesine sebep oldu. (Neyse ki, zamanın AMB Başkanı Mario Draghi Almanya’nın enflasyon endişelerini göz ardı edip “whatever it takes” (her ne gerekiyorsa) diyerek bu yanlışları para politikasına taşımamıştı.)
Ancak Almanya’nın aşırı sıkı para politikası yaklaşımı covid sonrası yükselen küresel enflasyona tepki olarak da yeniden ortaya çıktı. AMB yönetim kurulunun en şahin üyesi olan Isabel Schnabel bugünlerde Euro Bölgesi para politikasının en etkili seslerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Enflasyonda görülen artış büyük ölçüde arz kaynaklı olmasına rağmen kendisi para politikasının enflasyonu kontrol etmede etkili olduğunu iddia etmeye devam ediyor. Schnabel aynı zamanda enflasyonu yüzde 2’ye düşürene kadar kemerleri sıkmaya kararlı. Ancak bu konservatif yaklaşım Euro Bölgesi’nin daha toparlanamadan bir resesyona girmesine sebep olabilir.
Esasen Almanya küresel resesyon sonrasında neo-merkantilist yaklaşımını devam ettirip euro’nun değer kaybından da istifade ederek ihracat yoluyla kendi gemisini kurtarma yoluna gitti. Bugünlerde ise bu yaklaşımın ne kadar miyopik olduğu ortaya çıkmış vaziyette. Rekabetçi olmak adına 20 seneden beri Alman işçi ücretleri baskı altında. Bu da yurtiçi tüketimin çok zayıf olması anlamına geliyor. Bu durumu dengelemek ve imalat sektörünün devamlılığını sağlamak için de çok büyük dış ticaret fazlaları vermek durumunda. Ancak Dünyanın üretim fazlası emicisi ABD daha içe dönük ve korumacı politikalara dönünce ve diğer üretici ülkeler de kendi imalat sanayilerinde gaza basınca Almanya’nın ister istemez ihracatı ve dolayısıyla da ihtiyaç duyduğu ticaret fazlası azalacak. Nihayetinde Dünyada bu kadar ülkenin üretimini destekleyecek bir talep yok. Artan rekabet ortamında Almanya’nın işi ise giderek zorlaşacak. Hepimiz biliyoruz ki, zayıflayan bir Almanya da zayıflayan bir Avrupa demek!