Atina’nın yeni oyun planı; Casus Belli

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Taviz yeni tavizleri getirir; Türk dış politikasının bugünlerde yaşadığı çıkmaz da tam burada yatıyor.

AK Parti hükümetinin son birkaç yılda ortaya koyduğu hamaset yüklü, askeri güce endeksli dış politikanın sonuçları bu.

Türkiye’nin tarihinden, kültüründen, Cumhuriyet’in dış politika birikiminden gelen yumuşak gücünü, diplomasiyi bir kenara bırakıp, her fırsatta askeri gücü öne çıkartmak; Üzerine bir de iç kamuoyunun pek hoşuna gidecek, oy getirisi umulan hamasi konuşmalar yapmak. 

İşe yaramadı elbette. Ve şimdi “normalleşme” adı altında “geri çekilme” başladı.

Sorun şu ki, geri dönülen yer de artık bıraktığınız gibi değil.

GERÇEK MAVİ VATAN TEHLİKEDE

“Mavi vatan” kavramı iktidar partisi tarafından –iç politikadaki kullanışlılığı için de olsa gerek- son dönemde hiç umulmadık yerlerde karşımıza çıkıyordu. O kadar ki, Libya’da AK Parti hükümetine ideolojik olarak yakın duran bir kesimi desteklemek uğruna yapılan anlaşmalar bile bu kavram içine sokuldu. 

Ancak uzak diyarlardaki mavi vatan arayışı sürerken, Türkiye’nin asıl mavi vatanı olan Ege ve Doğu Akdeniz’deki hakları tehlikeye girdi;

  • Ege’de Yunanistan kendi “dostluk cephesini” ilgili, ilgisiz ülkelerle çok genişletti mesela;

Mısır’la Yunanistan arasında yapılan deniz paylaşım anlaşması bunun en somut örneği. AK Parti hükümetinin ideolojik nedenlerle Mısır’a karşı aldığı hasmane tutum, Kahire yönetiminin neredeyse 20 yıldır ayak sürüdüğü anlaşmaya imza koymasının önünü açtı. Şimdilerde Ankara, Kahire ile “normalleşmeye” uğraşıyor ama, olan oldu bir kere. 

Atina yönetiminin “Ege’deki dostları” arasına son dönemde ABD de katıldı. Girit’teki Amerikan deniz üssüne, şimdilerde Avrupa’ya Amerikan askeri varlığının “çıkartma alanı” gibi kullanılan Dedeağaç bölgesi eklendi.

Fransa da Ege denklemine, hem Atina ile imzaladığı ortak güvenlik anlaşmaları, hem de bu ülkeye sattığı savaş uçakları ile dahil oldu.

Araplar bile Ege’de Türkiye’nin karşısında Yunanistan’ın yanında artık; Ege’de düzenlenen askeri tatbikatlarda Birleşik Arap Emirlikleri ya da Suudi Arabistan asker/gemi/uçaklarını görmek sıradan hale geldi son bir yıl içinde.

Ve son olarak Yunanistan, Dışişleri Bakanı Dendias’ın ağzından “baklayı da çıkarttı”; Yunan Bakan, Atina’nın Ege’de karasularını 12 mile çıkarmasının “savaş nedeni-casus belli” olacağını yıllar önce aldığı TBMM kararıyla duyurmuş olan Ankara’dan, bu kararı geri çekmesini istedi. 

Yunan Bakan’ın bu açıklamayı yanına Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nı da alarak yapmış olması manidar; Belli ki Atina’nın yeni oyun planı, “casus belli” kavramından, yıllardır ilmek ilmek kurduğu cephenin gücüyle kurtulabilmek.

Atina’nın, Ak Parti hükümetinin, “15 Temmuz darbe girişiminin finansörü” olarak suçladığı Birleşik Arap Emirlikleri, Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da öldürülmesinin ardından yıllarca “katil” sıfatıyla birlikte anılan Suudi Arabistan ile “normalleşme” çabalarına girmesinden cesaret aldığı ortada; Yunanistan’ınki, Ankara hazır keskin diplomatik dönüşler yaparken, Ege’de de bir şeyler koparabilir miyim hesabı.

Ankara’nın Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Dendias’a verdiği yanıtta “casus belli” ifadesini hiç kullanmaması, Yunan Bakan’ın açıklama yaparken yanına Suudi mevkidaşını almış olmasını da görmezden gelmesi ayrıca dikkate değer.

AKDENİZ’DE KATAR SESSİZLİĞİ

  • Yunanistan’ın birden bire Türkiye’ye karşı böylesine cesaretlenmesine neden olan unsurlardan biri de Doğu Akdeniz’de yaşananlar;

AK Parti hükümetinin son dönemde en çok övündüğü eylemlerinden biri de, Türkiye’nin kendi doğalgaz/petrol arama gemilerine sahip olması. Nitekim o gemiler, Kıbrıs Rum Kesimi’nin tek taraflı olarak Ada’nın etrafında ilan ettiği petrol sahalarında attığı adımlara karşı “caydırıcı unsur” olarak da kullanıldı. 

2018 yılında mesela; 

Rumlar’ın Kıbrıs Adası’nın en güneyinde kalan “10. Parselde” Amerikan Exxon mobil şirketine arama ruhsatı vermesine karşılık, Türkiye de oraya Fatih sondaj gemisini - beraberine koruma amaçlı Türk donanma gemilerini de ekleyerek- sondaja göndermişti.

2019 yılında, Rumlar bu kez “9. Parsele” ruhsat vermeye kalktıklarına, Barbaros gemisi yine Türk savaş gemileri eşliğinde bölgeye indirilmişti.

Rum Kesimi geçen Aralık ayında, Türkiye’nin daha önce tepki gösterdiği “9. Ve 10. Parsellere” göre Türkiye’ye daha yakın bölgede kalan” 5. Parselde” arama iznini, içinde Katar resmi petrol şirketi ile Amerikan Exxon Mobil’in yer aldığı uluslararası bir konsorsiyuma verdi. 

Ancak ilginçtir, bundan sadece birkaç yıl önce, şimdi verilen parselden daha güneyde kalan bölgelerde bile tepkisini ortaya koyan Ankara’nın tavrı çok farklı oldu; Ne Fatih, ne Yavuz, ne Barbaros gemileri limandan çıkarılmadı. AK Parti hükümetinin tepkisi kuru bir Dışişleri açıklamasının ötesine geçmedi. 

Ve Ankara’nın bu sessizliği karşısında “dostumuz” denilen Katar, Rumlar’ın verdiği ruhsatla, hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin hakları olan tartışmalı bölgede petrol aramaya başladı.

Bir de bunun üzerine, daha önce Katar’a verilmiş olan Antalya limanının işletme hakkının ihalesiz şekilde, Meclis’e AK Parti tarafından sunulan bir yasa taslağı çerçevesinde 49 yıl daha uzatılmaya kalkılmasını da ekleyin.

Doğu Akdeniz iyiden iyiye “Katar denizi” haline geliyor.

Bunu gören Yunanistan’ın cesaretlenmesi şaşırtıcı mı? 

Tüm yazılarını göster