Atatürk, çocuk ve egemenliğin dili

Şeref OĞUZ ÖNERİ - YORUM

23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı; dünyada özel bir yere sahiptir. Zira özgürlüğe, zafere, fethe, kurtuluşa, dine adanmış bayramlarla donanmış gezegende çocuklara atfedilmiş tek bayram olur 23 Nisan’ımız…

Çocuk kelimesiyle anılsa da kayıtsız şartsız milletindir dediğimiz egemenliğe fazlasıyla vurgu yapar. O halde egemenliğin millet nezdinde şekillenen diline ve bu dilin anlatmak istediğine derinlemesine bakışta fayda vardır.

KENDİ KADERİNİ

KENDİN BELİRLE 

Egemenlik, mücadele sonucu elde edilmiş bir haktır ve kendi kaderini kendinin belirlemesini ifade eder. Özgürlüğün kurumsallaşması, milletin sinesinde yer etmesidir aslında… Meclise vurgu yapar. Yasaların üretilmesinde milletin kural koyuculuğunu anlatır. 

Peki, bu kadar kullanışlı bir kelimenin millete anlatılmasında acaba biz hangi dili kullandık dersiniz? Daha doğrusu egemenliğin bir dili var mıdır, varsa nedir? Üslubu nasıldır? Yasa ile mi belirlenir? Yönetim kültüründe kendine nasıl yer bulur? Dayatılan mıdır? Benimsenen midir? 

Egemenlik bizde tepeden tabana doğru söylenmiş ve tepedekilerin aslında tabandakilerin egemenliğinde olduğunu zikreden paradoksal bir yapıyı çağrıştırır. Bir bakıma tabandakinin egemenliğinin farkındalığıyla oluşturduğu bir kavram değil, tepedekilerin geliştirdiği bir dildir.

O halde burada egemenlik, gerçekte kime aittir? 23 Nisan’ın bayram ruhunda, Millet Meclisi vurgusu sosuyla bezenmiş ve çocukların sembolize ettiği geleceğin çizgisiyle şekillenmiş bir yapı söz konusu… Egemenlik milletindir, ama kayıtsız şartsız özelliğini ise kayıtlı şartlı kurumlar korur, gözetir, kullanır.

23 Nisan 1920… Tam 103 yıl olmuş… Cumhuriyetin 100’üncü yılından geriye retrospektif bakışta görünen şudur; bu bayram çocuklara atfedilsin, çocuklarca benimsensin, demokrasi ruhu daha küçük yaşta genç dimağlarda kendine tat ve karşılık bulsun.

İLETİŞİM TONU 

TEPEDEN İNMECİ

Ancak uygulama, böyle tecelli etmiş mi diye sorguladığımızda, başlangıç değerlerinin ne kadar hayata geçtiği konusunda çok başarılı olduğumuz söylenebilir mi? Çocuklara benimsetilmek istenirken kullanılan yöntemler ve iletişim dili, ne yazık ki tepeden inmeci, dayatmacı ve zorlayıcı eğitim şeklinde tecelli etmiştir.

Hal böyle olunca egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait bir değerden ziyade, büyüklerin geçici sürede yerlerini çocuklara bıraktığı neşeli bir ritüele hapsedilmiştir.  Benim çocukluğumdaki 23 Nisan anıları, bir egemenlik özgüven duygusu aşılamaktan çok uzaktır. 

BUGÜN 23 NİSAN,

NEŞE DOLUYOR İNSAN

Hatırladığım, her çocuk gibi dilimize pelesenk ettiğimiz; “bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” tekerlemesidir.

Üstelik bu hatıra; hoş bir duygudur. Hele ki günümüze kadar ulaşması, TV ekranlarında “büyüklerimizin” koltuklarını çocuklara bırakması ve onların birkaç dakikalığın da olsa “egemenliğin devri” ritüeli olmasıdır. 

Durum, dakikalarla sınırı, “bir egemenliğin, milletin geleceği çocuklara devri” tablosundan ibarettir. O halde egemenliğin tepeden inmeci, tekten çoğa, buyruk tonunda ve talimat tadındaki dilini acaba nasıl kullanışlı hale getirebiliriz?

Çocuklara güzelleme yapmak, “23 Nisan dünyadaki tek çocuk bayramıdır” sloganıyla övünmek yeterli midir? Yoksa egemenliğin ruhunun aslında parlamenter sistem içinde milleti var eden meclisin yüceliğini genç dimağlarda şekillendirmek mi?

Elbette ikincisi diyorum; egemenlik eğer kayıtsız şartsız milletin ise bunu hayata geçirecek dil de değişmelidir. Egemenliğin millete ait olduğu gerçeğini, 23 Nisan’ın çocuk yöneticiler ritüeline indirgemek ayıptır: “Anladık, egemenlik milletindir ama o kadar da uzun boylu değil. Bunun için 5-10 dakika yeterli olur.” 

EGEMENLİĞİN TADINA VARMAYAN ÇOCUKLAR

Dayatmacı dil ile egemenlik benimsetilmez. Egemenliğin tadına varmamış çocuklar, bunu yetişkinliklerine taşıyamaz. Kaldı ki çocuklara daha küçükken egemenliği hissettirecek pratikler kazandırmak gerekecektir.

Sus küçüğün söz büyüğün der atasözümüz… Kültüründe küçüğe söz vermek yerine onu sus ile sınırlamak, egemenliğini dili olamaz. Olsa olsa muktedirin dayatması, tepedekilerin buyruğu olur. Dilden söz açılmışken; çocuğunuza daha başlangıçta taşıdığı adı için egemenlik tanımıyorsanız acaba nasıl bir demokrat nesil yetiştirebilirsiniz? 

ÇocuğunuZUN
ağzı var, dili yok mu?

 Oysa Ona sorulanlara, kendisi cevap verebilir. Onu sizin seslendirmeniz gerekmez

Ona adıyla hitap edin. Annesi iseniz ‘annesi’, ablası iseniz; ‘ablası’ diye çağırmayın. 

-Nasılsın yavrum? 

–İyi amcası, okuyor. 

-Aç mısın?

 –Yedi geldi. 

–Çay içer misin? 

–Yok sevmez.

Çocuğunu ağzı var dili yok haline getiren ailelere birkaç kelâm edeceğim: Öncelikle çocuğunuza adıyla hitap edin; Anne; ‘annesi’ diye sesleniyor. Abla; ‘ablası’ diyor. Teyze; ‘teyzesi’ diye seviyor yeğenini… Oysa onun bir adı var ve o çocuğun nesi olduğunuz üzerinden iletişimi kurmak yanlış.

Unutmayın ki bir kızı, hanımefendi yapacak olan onun bize davranışlarından ziyade bizim ona  nasıl davrandığımızdır. Bir erkeğe beyefendi gibi davranırsan beyefendi olacaktır.

Çocuk, kendini ifade edebilme becerisini bebeklikten öğrenmiştir ve ona sorulan sorulara ana babasının cevap vermesine ihtiyacı yoktur. Bırakınız çocuğunuza sorulan sorulara o cevap versin. Sizin dublajınıza ihtiyacı yoktur. Çocuğunuzun kendisi konuşamıyor mu? 

EGEMENLİK BİR TUTUMDUR

Egemenliğin dilinden yola çıkıp, bu bayrama konu olan çocuğumuza dayattığımız ve onun zihninde kurduğumuz dile geldim. Egemenlik bir tutumdur. Zihin yapısıdır. Egemen insan, bunu ancak ve ancak pratikle içselleştirir, buyrukla, yasayla, dayatmayla değil…

Kendi gerçeğini dayatmak ve ötekine alan açmaz isen egemenlik sözde kalır, sloganlaşır, neşe ve coşku dolu makam koltuklarını çocuklara 5-10 dakikalığına terk ritüelinden öteye varamaz. 

Sahi, koltuğunuzu hiç değilse gün boyu o koltukta bıraksanız ve egemenliklerini hissedebilecekleri derinlikte yönetimi onlara devretseniz? 

Güzel olmaz mıydı? 

Tüm yazılarını göster