Tohumculukta dünyadaki gelişmeleri, Almanya'nın bu konudaki etkinliğini, Türkiye'nin durumunu ve özellikle meyvesi yenen sebze tohumları ile ilgili son bilgileri dün paylaştık. Siz okurlarımızdan çok olumlu tepkiler geldi. Genel olarak röportaj verilen bilgiler nedeniyle çok beğenildi.
Yüksel Tohum'un kurucusu, Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yüksel ile söyleşimizin ikinci bölümünde tarla ve endüstriyel bitkilerde tohumculuğumuzun durumunu, Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) ve ata tohumlarını konuştuk:
Tabi tarla bitkilerinde dışarıdan tohum alamazsak hepsini kendimiz üretebiliriz gibi iddialı bir sözü söyleyemiyoruz. Bu konuda da gelişme var, evet ama henüz yeterince rekabetçi değiliz. Yani ortalamaya bakarsak yüzde 100 bağımlı olduğumuz bazı tohumlar bazı ürünler var. Mesela şeker pancarı tohumunda yüzde 100 ithalata bağımlıyız. Soyada yüzde 95 ithal. Ayçiçeğinde yüzde 70-75 ithal. Mısır tohumunda yüzde 80 yurtdışına bağımlıyız. Ama burada royalty (tohum ıslahçı hakkı) var. Royaltyi sayarsak yüzde 25-30 dışa bağımlıyız. Royalty ne demek? bir tohum şirketi ıslah ettiği bir çeşidi size veriyor, kullanıyorsunuz karşılığında ona bir bedel yani royalty ödüyorsunuz. Örneğin, Monsanto bir mısır çeşidini veriyor, siz üretin diyor. Üretiyorsunuz, satıyorsunuz ona yüzde 10-15 bedel, royalty ödüyorsunuz. Çeşit bizim değil. Royalty ödeyerek alıyoruz. Royalty ödeyerek tohum aldığımızda mısır tohumunda yüzde 25- 30 dışa bağımlıyız. Royalty ödemesek bu bağımlılık yüzde 80 civarında. Bu önemli bir konu. Pamuk tohumunda yerli üretim de var, ithal de var. Yüzde 50-50 diyebiliriz.
Tohumda GDO teknolojisi gelişiyor. Bugün Hindistan'da sadece pamukta GDO serbest. Diğer ürünlerde yasak. Hindistan'da pamuk GDO'lu olarak üretiliyor. Aslında bizim de bu teknolojiye sahip olmamız lazım. Türkiye’de şu anda GDO’lu tohum ekimi yasak. Yasak olması da bence iyi. Sektör açısından koruyucu bir önlem. Ama bu teknolojiyi bizim mutlaka sahip olmamız ve sahip olup kenara koymamız lazım. Cebimizde durması lazım. Yarın öbür gün bir siyasi durum olduğunda diyelim ki Türkiye’yi buna zorladılar. "Size şunları şunları yaparız ama sizde GDO’lu tohuma izin verin" dediklerinde biz izin verirsek acente durumuna düşeriz. Bu nedenle bizim bu teknolojiyi mutlaka sahip olmamız cebimizde olması lazım.
Patateste yüzde 100 ithal tohum kullanılıyor. Bu konuda biz 16-17 yıldır çalışıyoruz. Patates ıslahı yapıyoruz. Geçen sene 1600 ton bir tohum ekimi yaptık. Bu konuda Niğde de Patates Araştırma Enstitüsü var. Onların bir takım çalışmaları var. Ama piyasada satılan pay alan bir tohum çeşidi yok. Atatürk, tohum ıslah istasyonlarını, araştırma merkezlerini kurduğunda eşi benzeri yoktu. Arazisi, bölgesi, iklimi, her şeyi ile mükemmel bir çalışma, mükemmel bir ileri görüşlülük. Gerçekten çok önemliydi. Ama sonradan biz bunları amacına uygun çalıştıramamışız. İsrail bugün bir tane enstitü ile dünyada tohumda söz sahibi bir konuma gelirken biz bunu yapamamışız. Atatürk’ün bu uzak görüşlülüğünü ne yazık ki hayata geçirememişiz. Yüksel Tohum olarak biz patates tohumu için çok yatırım yaptık. Dokuz çeşit patates çeşidi tescil ettirdik. Geçen sene 1600 ton patates tohumu ekimi yaptık. Bu sene bunu 1300 tona düşürdük. Ekilecek temiz toprak bulmak zor. Tescil yapmak yetmiyor. O çeşidinizin piyasada tutması, satılması gerekiyor. Bu şuna benziyor 100 metre koşuya katılıyorsanız ilk 3'e girmeniz gerekiyor ki bir anlamı olsun. Bizim ürettiğimiz tescil ettiğimiz bu çeşitlerden bir çeşidin bu anlamda ilk 3'e girerse biz çeşit olarak varız diyebiliriz. Yoksa biz domateste 2 bin çeşit çıkarıyoruz, 1000 tane hıyar çeşidi çıkıyor, 500 biber çeşidi çıkarıyoruz. Ama bunun kaç tanesi satıyor? Önemli olan bu. Patates tohumu standardında tohum piyasasında payınız yüzde kaç? Bu önemli. Bir patates çeşidinin ekimi dört yıl öncesinden başlıyor. Yani bu yıl ekilecek tohumu dört yıl önceden başlatmanız gerekiyor. Türkiye, patates tohumunda yüzde 100 ithalata bağımlı. Ama bu yaptığınız çalışmalarla yüzde 20-30 pay alırsak, Türkiye yüzde 100 yerine yüzde 70-80 dışa bağımlı olur. Bunu zaman içersinde sağlayabiliriz.
Hububat ürünlerinde durum sevindirici. Yem bitkilerinde yüzde 70-80 yine ithalat bağımlılığı var. Çim tohumunun yine tamamı ithal. Bakliyat tohumunu çok bilmiyorum. Ama, hibrit değil, katma değeri düşük, bu nedenle orada çok yatırım yapmak isteyen olmuyor. Yurtdışında bazı ülkelerde bu tohuma bizden 5-6 kat daha fazla destek veriliyor. Destekler fazla olunca onlar daha ucuza üretiyor. Katma değeri düşük olduğu için Türkiye’de bakliyat tohumuna çok fazla girilmiyor. Ama bu desteği alan ülkeler çok ucuza uygun fiyata üretip size satıyor. O zaman sizin bununla rekabet etme şansınız çok fazla yok. Bu nedenle bakliyat tohumunda istenen noktaya gelinemiyor.
Ben ata tohumlarına özellikle tohum firmalarının sahip çıkması ve desteklemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Bizdeki Tohumculuk Yasası, çiftçiye bu konuda ticareti kısıtlıyor. Mesela Amerika’da tescil yok, üretim izni yok, sadece patent var. Türkiye’de ata tohumu dediğiniz zaman tabii dünyanın gıdası için gelecek neslin beslenmesi için çok önemli. Bitki, hayvan, yem kaynaklarını mutlaka korumamız gerekiyor. Sadece tohum değil, bir sığır çeşidi, bir koyun çeşidi, işte büyük bir çiftlik hayvanının korunması çok önemli. İklim değişikliği, şartlar neyi gösterir bilmiyoruz. Bu çeşitlerin her biri çok büyük bir değer. Bizim tohumcular olarak da tohumculuk piyasası olarak yerel çeşitleri daha fazla desteklememiz onlara sahip çıkmamız çok önemli. Bu tohumların kullanılması, rekabetçi olması için yasanın esnetilmesi gerekir. Çünkü ata tohumu dünyanın mirası. Bir kavun, karpuz ve daha birçok çeşit gerçekten geleceğin mirası ve Türkiye’nin de buna sahip çıkması lazım.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, hibrit tohum bir ülkeye, bir köye girdiğinde oradaki üreticinin kolayına geliyor ve ata tohumu yerine onu kullanıyor. Mesela işte fide işi başladığında oradaki üretici onu alıp kullanıyor. Çünkü onunda kolayına geliyor. Ata tohumlarını tabii ki olumsuz etkiliyor. Her sene yeniden tohum veya fide almanın elbette bir maliyeti var. Fakat ata tohumunda da her sene üretici tohumu kendi ürününden alıp saklaması gerekiyor. Sakladığı tohumu eğer kullanamazsa bir süre sonra yok oluyor. Tohumun yenilenmesi gerekiyor, yenilenmediği için yok oluyor. Bizim tohumcular olarak onu alıp korumamız gerekiyor. Isı nem kontrolü depolarımız var, orada uzun süre koruyabiliriz. Normalde hani soğan iki yıl kullanmazsan hatta bazen bir yıl kullanmazsan o tohum yok oluyor. Bu patlıcanda işte 4-5 yıl, hıyar, kabak gibi ürünlerde yine 4-5 yıl kullanmazsan yok olabiliyor. Ama bizim bunu ısı nem kontrol depolarımızda ömür boyu bile korunabilir, burada bir sıkıntı olmaz. Benim yaşadığım köyde de yok olan türler var, bunu görüyorum. Bunların yok olmasına izin vermemeliyiz.
Bu bilgilendirici sohbet için Mehmet Yüksel'e çok teşekkür ederim. Doğru bilgilerle, doğru verilerle tohumculuğu konuşmak çok önemli. Bundan sonra da benzer sohbetlerle tohumu konuşmaya devam ederiz.