DOÇ. DR. HÜSEYİN YILMAZ
BŞEÜ İİBF Öğretim Üyesi
Merkez Bankası’nın politika faiz oranlarını sabitlemesi uygulamasından sonra banka karları aşırı derecede artmaya başlamıştır. Söz konusu aşırı kârlar Merkez Bankası’nın belirlediği faiz oranlarının enflasyon oranının altında belirlenmesi ve bankaların finans piyasalarının arz talep dengesi ve özellikle kredi taleplerinin ülkemizin ekonomik koşulları nedeniyle oluşmaktadır. Bankaların doğal performansı bu yüksek karlar düzeyinde değildir. Başarının sonucu olan karların önemli bir kısmı politika faizinin piyasa koşullarına uymaması nedeniyle oluşmaktadır.
Bankaların ülkemizde hakim olan serbest piyasa ekonomisi ve tüketici kredileri dahil kredi talebinin artışı nedeniyle resmi faiz oranlarının çok üzerinde faiz oranı uygulayarak kredi açmaları mümkün olmaktadır ve bankalar serbest piyasa ekonomisinin bu özelliğinden yararlanmışlardır ve yararlanmaktadır. Merkez Bankası politika faiz oranını düşük tutan politikacılar sözkonusu düşük faiz oranının kredi faiz oranlarına yansıması için gerekli yasal düzenlemeyi yapmamışlardır. Bu nedenle oluşması kesin olan mevduat miktarının azalışını önlemek amacıyla kur korumalı mevduat uygulaması yapılmaktadır. Kur garantisi ödemeleri bankalara devlet tarafından temin edilmektedir. Kur garantili mevduatlarda ayrıca vergi muafiyeti de vardır. Bu da devlete vergi kaybı şeklinde yansımaktadır. Yani, bankaların kredi açabilmeleri için gerekli mevduatın devlete, yani topluma maliyeti yükselmektedir. Bunun açıklaması bankaların ana faaliyet konusu olan işlemlerini yüksek miktarda sübvansiyon benzeri destekle yürütmekte oldukları şeklinde yapılabilir. Bankaların devletten böyle bir destek istedikleri gözlenmemiştir. Ancak devletin uyguladığı bu yanlış olan enflasyonun altında faiz oranı politikası nedeniyle karları da aşırı şekilde yükselmektedir. Bankalar bunu politikacılara anlatarak sosyal sorumluluklarını yerine getirmelidir.
Diğer yandan, eğer yapay bir şekilde oluşan bu karlar ortaklara dağıtılırsa, kredi kullanıcılardan banka ortaklarına kaynak aktarımı anlamına gelecektir. Bunun nedeni devletin enflasyon oranının altında düşük bir faiz oranı belirlemesi ve bu düşük faiz oranını aylardır sabitlemesi, finans teorisine uymasa bile “enflasyon faizin sebebidir” tezine uygun olarak enflasyon düşürme aracı olarak kullanmak istemesidir. Tabiidir ki bu düşük faiz oranı gerçekte yetkili özerk kuruluş olan TCMB tarafından değil politik otorite tarafından belirlenmektedir. Buna müdahale denilebilir. Bunu ülkemizde herkes kabul etmektedir.
Yüksek kârlar bu piyasaya uymayan faiz oranı nedeniyle oluşmaktadır. Bu nedenle oluşan bu dengesiz durumdan yararlanan bankalara müdahale edilerek faiz oranı dengesizliği nedeniyle oluşan kısmı vergi olarak geri alınamasa da bankaların sermayelerine eklenerek finansal durumlarının güçlendirilmesine katkıda bulunabilir. Bu yolla, planlanmasa da vakıadan yola çıkılarak birinci kaynak aktarma hatası (kredi kullanıcılardan bankalara) devam ettirilerek ikinci kaynak aktarma (bankalardan ortaklara) hatasına yol açılması önlenebilir. Hiç olmazsa, henüz gerçekleşmeyen ikinci hata, yani banka karlarının ortaklara dağıtılması önlenerek bankaların finansal yapıları güçlendirilebilir. Böylece, bankaların borç/ özsermaye ve borç/ aktif rasyoları güçlendirilerek finansal riskleri azaltılabilir. Kârlılıkları zaten politika faiz oranı ve piyasa kredi faiz oranı farkı nedeniyle doğal olarak yükselmektedir. Kârlılık oranı özellikle uluslararası bankalarla karşılaştırmalarda temkinli olarak dikkate alınmalıdır. Çünkü yapaydır.
Sonuç olarak Merkez Bankası politika faizinin mantıksız olarak düşük tutulması nedeniyle oluşan aşırı banka kârlarının dağıtılması önlenmelidir.