Haftaya pazartesi sabahı İngiltere’de restoranlar açılıyor, aynı gün akşam bizim restoranlarda kepenkler bir aylığına yeniden kapanacak. Oysa tam bir sene önce İngiltere’de hastalar sokaklarda ölürken, başbakan Boris Johnson kendisi COVID-19’dan ölüm döşeğinde yatarken, biz sağlık sistemimizin sağlamlığıyla övünebiliyorduk. Bugünse İngiltere’de 31 milyon, Türkiye’de 9 milyon kişiye ilk doz aşı yapılabildi. İngilitere’nin nüfusunun bizden biraz daha az olduğunu düşünürseniz aradaki farkı görebilirsiniz. Peki bir senede neler oldu da roller değişti?
Boris Johnson 12 Nisan 2020 günü taburcu oldu ve ilk işi COVID-19’a karşı aşı geliştirtmek ve aşıları yaptırmak için harekete geçmek oldu. Mayıs ayının ilk günü biyoteknoloji alanında uzmanlaşmış bir girişim sermayedarı olan Kate Bingham’ı aradı. 55 yaşındaki Bingham’ın yönettiği fon İngiltere’de birçok önemli biyoteknoloji şirketine yatırım yapmış. Bingham, aşı işinin başına geçmek için yönettiği fonlara para veren yatırımcılardan ancak altı ay izin alabildi. Eh zaten önemli olan bu işin altı ayda yapılması, değil mi?
Bingham dünyada aşı üretebilecek bellibaşlı şirketlerle masaya oturdu. Pazarlıklar başladığında ne aşının tutup tutmayacağı biliniyordu ne de kaça mal olacağı. Her bir şirketle o şirketin ihtiyaçlarına göre Özel anlaşma yapıldı. Her anlaşmada o şirketin üreteceği aşının kritik geliştirilme aşamalarında ne kadar para verileceği belirlendi. Anlaşmalarda ana unsur fiyat değil, aşının piyasaya sürülme zamanıydı. İngiltere 8 farklı üreticiden aşı aldı (yazıyla sekiz). Böylece bir tanesinin aşısı tutmazsa, bir tanesi üretimi planladığı gibi yapamazsa, birinin gümrüklerinde sorun çıkarsa, aşısız kalma riski giderildi.
Bir girişim sermayedarı erken aşamada bir şirkete yatırım yaptığı zaman, şirketin ürününü geliştirmek için ne kadar paraya ihtiyacı olacağını, işlerin nasıl gideceğini, rakiplerin neler yapacağını kesin olarak bilemez. Yatırımlar hep eksik bilgi ile yapılır. Bu nedenle girişim sermayedarları iki Önlem alır: Birincisi yatırımlarını birden çok şirkete yaparak portföy oluşturur. İkincisi yatırımlarını her bir şirketin ihtiyaçlarına göre zamanla şirketlere aktararak işleri iyi giden şirketlere daha çok kaynak aktarmış olur. Satın alma için ihale yapan bir kamu bürokratı ise tüm detaylarını bildiği birbirine benzer ürünlerin en ucuzunu almaya çalışır. Bürokrasi tam bilgi ile her şeyin belli olduğu bir dünyada iyi çalışırken, belirsizliğin yüksek olduğu yeni ürünlerin geliştirildiği işlerde girişim sermayesi yöntemleri daha iyi sonuç verir. Mevcut bir sistemi iyi işletmekle yeni bir sistem geliştirmek farklı beceriler gerektirir.
5 Şubat günü “Aşı sadece aşı değildir: İsrail’e mi Fransa’ya mı benzemek istersiniz?” diye yazmış ve aşılamada başarılı ülkelerin kamu yönetimlerinin aynı zamanda inovasyon konusunu daha iyi idrak ettiklerini iddia etmiştim. İsrail son yirmi yıldır TÜBİTAK muadili kamu kurumunun başına girişim sermayedarı ya da girişimci atıyor. Hadi İsrail 7 milyon nüfuslu küçük bir ülke. İngiltere’nin başarısının ardındaki faktörler de benzer: Giderek artan belirsizlik ortamında devletin başarılı olmasının sırrı girişimciyle beraber çalışmanın yolunu bulmasıdır. Bu da her kafadan bir ses çıkan bilim kurullarıyla, “aman başka ülkeler ne yapıyor görelim ona göre hareket edelim de başımıza iş almayalım” diyen bürokratlarla olmaz.