Türkiye dahil birçok ülkede COVID-19 salgını dördüncü tepe noktasına ulaştı/ ulaşıyor. Yine ülke ekonomilerini zora sıkacak, insanları bunaltan yasaklar devreye girdi. Haklı olarak bu önlemlerden zarar görenler, aylardır evlerinden çıkamayanlar isyan etmekteler, hükümetleri salgınla yeterince mücadele edememekle suçlamaktalar. 2020’den beri beklenen aşılama ise ABD, İsrail ve Kanada dışında istenilen düzeyde değil. AB, Çin aşısını da kendilerince yeterli görmemekte, Rusya’nın yeni bulduğu aşıyı da kullanma konusunda kendi içlerinde çatışma halindeler. Macaristan aşıyı kullanacaklarını açıkladı. Almanya da bu niyette. Fakat başta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron olmak üzere diğer ülkeler bu aşının AB içinde kullanılmasına karşı. Anlayacağınız ortalık toz duman.
Türkiye aşılama konusunda çok gerilerde kalmadı. Yaklaşık 16 milyon doz aşıyı halka uyguladı. Yine de bu sayı hükümetin halka açıkladığı aşılama hedeflerinden epeyce uzakta. Bundan dolayı muhalefet sürekli hükümeti eleştiriyor. Sağlık bakanı bu eleştirileri yumuşak bir ifade ile geçiştirmeye çalışıyor. Aslında her iki taraf da kendi açısından haklı. Hükümet eleştirileri haksız buluyor çünkü aşı bulamıyor. Muhalefet de haklı zira salgın yayılmaya devam ediyor. Hükümet eleştirileri kucaklamaya çalışırken yerli aşının yakında kullanılabileceğini savını da dile getiriyor. Bu defa da biraz kitap okumuş, cumhuriyet tarihi bilenler hükümete “O zaman vesayet, vesayet diyerek ülkenin kurumsal yapısını neden çökerttiniz” diyor. Çünkü yok edilen kurumlardan birisi de 1928 yılından kurulan aşı üreten Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü. Enstitü kurulur kurulmaz 1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısının, 1932’de de serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sayesinde serumun ithalatı durdu. 1942 yılında, tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı, Türkiye, Ortadoğu ülkelerine tifüs aşısı satacak noktaya geldi. 1948’de ilk kez boğmaca aşısı üretildi. Enstitünün başarıları böyle devam ediyor. Ben özellikle bugünlerde iki sarhoş diyerek dalga geçilen Cumhuriyetin Kurucu Liderleri Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü döneminde enstitünün yaptıklarını yazdım. Bu kurumun kapısına ne yazık ki 2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile kilit vuruldu.
Aşı savaşı kolay bitmez
Aşılama ile ilgili sorunlar devam edecek. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin insanları aşıya kolay erişemeyecek. Daha şimdiden Birleşmiş Milletlerin bu ülkeler için kurduğu Covax programı teklemeye başladı. Aşı savaşı, ülkeleri ve şirketleri karşı karşıya getirdi. Nitekim şubat ayı sonunda Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, "10 ülke dünyadaki koronavirüs aşılarının yüzde 75'ini alırken 130 ülkeye bir doz aşı bile gitmedi" dedi.
Aşı üzerinden yürütülen savaş ilaç sektörü için yeni değil, yıllardır sürüyor. Büyük ilaç firmaları yıllardır patent hakkı gerekçesini kullanarak ilacı düşük fiyattan satmadığı gibi, diğer ülkelerin üretmesine de izin vermiyor. Çünkü firmaların baskısı ile ilaç endüstrisinin lider ülkesi ABD yasal değişikliğe gitti. “İlaç firmalarının aşı ve doğadan elde edilen diğer ürünlerin imalatında kullandıkları süreçler için patent almasına izin verildi. Bunun sonucunda aşı patenti başvurularının sayısı onlu rakamlardan on binlerin üzerine yükseldi. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde aşı fiyatları da fırladı. 2013’te Pfizer, kulak enfeksiyonlarından zatürreye kadar pnö-mokoksal bakterilerin neden olduğu hastalıkları önleyen ve tek üreticinin kendisi olduğu Prevnar 13 aşısının satışlarından yaklaşık 4 milyar dolar kazandı. Bu tekelleşme güdüsü diğer büyük firmalarda da var. AIDS tedavisi ile ilgili yaşananları internete girdiğinizde öğrenebilirsiniz.
Üstelik büyük firmaların telif, patent gibi yasaları kullanarak aşırı kar etmeleri, fiyatları yükseltmeleri kamu yararını yok farz etmeleri birçok sektörde halen devam ediyor. Bunun için tırnak içindeki ifadeyi de aldığım Robert B. Reich’in Kapitalizmi Kurtarmak kitabını okumanızı öneririm. Çünkü tekelleşme kapitalizmi yok ediyor.
Sonuç olarak aşı savaşı aslında şirketlerin kâr savaşlarıdır. Üretici ülkelerin hükümetleri de bu firmaların baskısı altında. Bunu kırmak da kolay değil. Modeli değiştirmek zorundayız. Okuma Önerisi, Ömer Faruk Çolak (Editör), Salgın Ekonomisi.