Asgari ücretliden fedakârlık beklentisi bir bitmedi

Prof.Dr. Burak ARZOVA EKONOMİDE GÖRÜNÜM

Ekonomi yorumculuğuna ilk başladığımda haftada bir yaptığım ekonomi yorumlarında yeni konulara girememekten, sürekli kendimi tekrar eder olmaktan çok korkuyordum. Maşallah ülkemizde de konu bulmak hiç zor olmuyor. Verilerin kısmen daha az yoğun olduğu zamanlarda bile bir bakıyorsunuz bir söylem olmuş, ekonomiyi etkileyen bir siyasi gelişme ortaya çıkmış konu kendiliğinde ortaya çıkmış oluyor.

Bu hafta da öyle oldu.

Uzun zamandan bu yana enflasyonla mücadeleyi konuşuyoruz. Enflasyonla mücadele için acı reçete kaçınılmaz. Sorun bu acı reçetenin kime ya da kimlere yazılacağı. Reçetenin adı ‘acı reçete’ olunca kimse haklı olarak bu reçetede yazılacak ilacı içmek istemiyor. Buraya kadar sorun yok. Ancak sorun enflasyondan en büyük kazanç sağlayanların ya da kazancını enflasyonla beraber ortalama kazanç artışlarının çok üzerinde artıranların bu ilacı içmeyi sabit gelirli ya da en düşük maaşlı kesime layık görmeleri.

Tartışmanın fitilini aslında Hazine ve Maliye Bakanımız ateşlemişti. Asgari ücrete yapılacak zammın hedeflenen enflasyona göre yapılması gerektiğini ilk o ifade etti. Çokça da tartışıldı. Ücret bir maliyet unsuru mudur? Evet. Ancak toplumun en az kazanan kesiminin ücretinin enflasyonla mücadele adına hedeflenen enflasyon kadar artırılması her şeyden önce adil değildir. Çünkü zaten yapılan maaş zamları yaşanan enflasyonun telafisi.

Türk-İş’in her ay Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarını yani açlık sınırını ölçüyor. Ekim 2023’te bu tutar 13 bin 684 TL’ye yükseldi. Ülkemizde şu an itibariyle aylık asgari ücret 11 bin 402 lira 32 kuruş. Yani Ekim ayı itibariyle asgari ücretle çalışan bir işçinin geliri açlık sınırının 2.281,68 TL altında. Bu tutarın içerisinde temel harcamalar yok. Bunları da dikkate aldığımızda gıda ile birlikte diğer tüm temel harcamalar için haneye girmesi gereken toplam gelir tutarı diğer bir ifade ile yoksulluk sınırı olarak adlandırdığımız tutar ise 44 bin 573 TL.

Emeklilerin durumu daha da vahim, onlara da tek seferlik 5 bin TL destek ödemesi yapılmış ve hatta çalışan emekliler bu desteğin dışında tutulmuşlardı.

Bir kere şu gerçeği ortaya koyalım. Yanlış ekonomi politikalarının, anlamsız para politikasında ısrarın sonucunda doğan yüksek enflasyonun sorumlusu bizler değiliz, sabit gelirli ve asgari ücretliler hiç değil. Aslında siyaseten alınan kararların sorumlusu karar vericiler. Onların yanlış tercihleri neticesinde alım gücümüz düştü, yüksek enflasyona maruz kaldık. Şimdi eğer ortada bir sorun varsa ki var, bunu ortadan kaldırmak herkesin görevi. Herkes bedel ödeyecekse eğer herkes bu bedeli gücüne göre ödemeli.

Maaş artış dönemi yaklaşırken iş insanı örgütü temsilcilerinin, yılsonunda belirlenecek olan asgari ücretin Orta Vadeli Program'da hedeflenen enflasyon oranında artırılması gerektiğini söylemesi ile konu ve tartışma yeniden gündeme geldi. Ben kendi adıma buna tamamen karşı duruyorum.

Bir tarafta hayat pahalılığı varken diğer tarafta da işverenin ücret artışlarından doğacak maliyet artışına yönelik tepkileri varsa bunun nedeni elbette enflasyon ancak verimlilik sorunu hiç yokmuş gibi de davranamayız.

İşgücü verimliliği, çıktı miktarını bu çıktıyı üretmek için kullanılan emek miktarıyla karşılaştıran ekonomik performansın bir ölçüsü. İşgücü verimliliğindeki artış iki şekilde gerçekleşebilir. Bu artış ya başka girdiler olmaksızın emek kullanımındaki verimliliğin artmasından ya da her çalışanın fiziki sermaye, insan sermayesi ya da ara girdiler gibi diğer girdilerle daha fazla çalışması nedeniyle olabilir.

Ekonomideki veya bir sanayi kolundaki faaliyetlerin karışımının değişmesi durumunda, tahmini işgücü verimliliği de bir artış gösterebilir.

Verimlilik ölçümleri, işgücü piyasası performansının yaşam standartlarını nasıl etkilediğinin anlaşılmasına katkıda bulunabilir. İşgücü kullanımının yoğunluğu düşük olduğunda, istihdam fırsatlarının yaratılması, verimlilik artışının yanı sıra kişi başına düşen geliri artırmanın da önemli bir yoludur.

Yüksek işgücü verimliliği artışı, daha fazla sermaye kullanımını, düşük verimliliğe sahip çalışanların istihdamının azaltılmasını veya genel verimlilik kazanımlarını ve yenilikçiliği yansıtabilir.

Pazara yeni giren şirketlerin işgücü verimliliği, pazardaki yerleşik şirketlere göre ortalama olarak düşüktür. Bunun en önemli sebebi pazara yeni girenlerin daha az sermaye yoğun olmasından ve büyüme odaklı olmasından kaynaklanır çoğu kez.

Bank of England’ın yayınladığı bir çalışmaya göre Pandemi sonrasında verimlilik farkının pazara yeni giren, pazarda yerleşik ve zombi şirketler arasında açıldığını gösteriyor bize.

İşgücü verimliliğindeki artış ya da azalış, sermaye malı teminine, yeni teknolojilerin kullanımına ve insan sermayesindeki dalgalanmalara doğrudan atfedilebilir. Eğer emeğin üretkenliği artıyorsa, bunun kökleri genellikle bu üç alandan birindeki büyümeye kadar uzanabilir.

Fiziksel sermaye, işçilerin mal üretmek için kullanabilecekleri araç, gereç ve tesisler iken, yeni teknolojiler, montaj hatları veya otomasyon gibi daha fazla çıktı üretmek için girdileri birleştirmeye yönelik yeni yöntemlerin üretimde kullanılmasıdır. İşgücünün eğitimi ve uzmanlaşmadaki artış ise beşerî sermaye dediğimiz insan kaynaklarını daha verimli kılar. İşgücü verimliliğinin ölçülmesi, bu temel eğilimlerin birleşik etkilerine ilişkin bir tahmin sunar.

İşgücü verimliliği aynı zamanda ekonomideki kısa vadeli ve döngüsel değişiklikleri, hatta muhtemelen geri dönüşü de gösterebilir. Çalışma saatleri sabit kalırken çıktı artıyorsa, bu, işgücünün daha üretken hale geldiğine işaret etmektedir.

Emek yoğun ekonomilerde, yaşam standartlarının iyileştirilmesi için verimliliğin artırılması olmazsa olmaz bir gerçekliktir.

Hal böyle iken verimlilik artışını başaramamış işverenlerin sadece ücret artışının maliyete sebebiyet verdiğini söylemesi en basit ifade ile adil değil. Enflasyonla elde edilen yüksek karlara değinmiyorum bile.

İş insanı örgütlerinden bazıları yanlış para politikası uygulanmaya başladığında Merkez Bankasının daha fazla indirim yapması gerektiğini savunurken bugün yaşanan yüksek enflasyonla karşılaşılacağını bilmiyorlar mıydı?

Ya da mesela neden kamunun yönetilen ve yönlendirilen fiyatlardaki artışlarına (kamu zamlarına) yüksek sesle karşı durup, Orta Vadeli Program’da belirlenen enflasyon kadar kamu zammı yapılması gerektiği konusunda hükümete herhangi bir söylemde bulunmuyorlar?

Bugün asgari ücretin hedeflenen enflasyon kadar olması gerektiğini söyleyen iş insanları kendi ürettikleri ve sattıkları mal ve hizmetlere hedeflenen enflasyon kadar mı zam yapacaklar? Bunun taahhüdünü topluma şimdiden veriyorlar mı?

Bu soruların cevaplarını sizlerden duyar gibiyim.

Tüm yazılarını göster