Türkiye asgari ücret artışında orta yolu seçti. Açıklanan yüzde 30’luk artış oranı ne ücretlilerin geçmiş kayıplarını telafi etmeye yetti, ne de açıklanan 2025 yılı enflasyon hedefiyle uyumluydu.
Çok muhtemeldir ki; hükümet daha yüksek bir artışın zaten zor ilerleyen dezenflasyon sürecini daha da zora sokacağının; daha düşük bir artışın ise yüksek enflasyon karşısında alım gücünü önemli ölçüde kaybeden ücretli kesimin tepkisinin arttıracağının hesabını yapmış olmalı.
Açıklanan oran, İndex Grup Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik’in dün CNBC-e yayınında dediği gibi enflasyon beklentilerini yönetmek için doğru bir rakam ama alım gücünü yerine koymak için değil.
Bu haliyle artış oranı çalışanların beklentisinin altında kalırken, yabancı yatırım ve kredi derecelendirme kuruluşlarının tahminlerine uygun açıklandı.
Hatırlarsınız; kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor’s (S&P) geçen ay başında kredi notumuzu arttırdığı zaman yaptığı değerlendirmede, asgari ücret artışının 2025 sonu hedefi olan yüzde 17,5 yerine yüzde 44 olan geçmiş enflasyona göre yapılmasının program açısından risk olduğunu söylüyordu. Ve politik realiteye ve iş piyasasındaki sıkılığa bakarak beklentisinin bu ikisinin arasında bir oran olduğunu belirtiyordu. Burada da yüzde 30’dan daha yüksek bir ücret zammının hâlihazırda yavaş ilerleyen dezenflasyon sürecini daha da uzatacağını ve 2027 yılında tek haneli enflasyon hedefine ulaşılmasını zorlaştıracağını öngörüyordu. Oranın düşük belirlenmesi ise “programa olan halk desteğini azaltacak” diyordu.
Dediği oldu; yüzde 30’un üzerine çıkılmadı.
- Asgari ücretli enflasyonun nedeni değil mağduru
Asgari ücret, bir işçinin bir ay boyunca tam zamanlı çalışması karşılığında alabileceği en düşük ücret miktarını ifade eder. İşçilerin asgari yaşam standartlarını korumalarını sağlamak, adil ücret dağılımını teşvik etmek ve çalışma koşullarını iyileştirmek amacıyla oluşturulmuş bir düzenlemedir. Asgari ücret, talebin yanı sıra büyük ölçüde maliyet kanalıyla enflasyonu etkilemektedir. Ayrıca, özel sektör ücret artışları için de referans niteliğindedir. Normalde asgari ücretin işçi ile ailesinin yeterli beslenme, sağlıklı konut, giyim, aydınlatma ve ısıtma, ulaşım, çağdaş düzeyde sağlık servisi, eğitim, kültür, dinlenme, eğlence ve benzeri temel gereksinmelerini geçerli fiyatlar üzerinden karşılamaya yetecek miktarda olması gerekir. Ama bu hiçbir zaman olmadı.
Geleneksel ekonomik teoriler, ücret artışlarının fiyat artışlarını tetiklediğini söyler. Ama yeni görüşler bizde olduğu gibi genellikle yükselen fiyatların işçileri daha yüksek ücretler talep etmeye yönlendirdiğini belirterek, "fiyat-ücret spirali" kavramını öneriyorlar.
Ücret-fiyat spirali çalışanları enflasyonun nedeni olarak gösterip, ücret artışlarını baskılayacak ve işsizliği artıracak politikaları haklı gösterirken; fiyat-ücret spirali çalışanları enflasyonun mağduru olarak gösterir ve ücret artışları üzerinde sert kısıtlamalar yerine diğer önlemlerle enflasyonun aşağı çekilmesine öncelik verilmesini öngörür.
Bizim enflasyon hikâyemizde de ücretler enflasyonun bir nedeni olmaktan çok sonucudur. Maaş ve ücretler enflasyon döngüsü başladıktan sonra sürecin bir unsuru haline gelmiştir. Uzun süre yataya yakın seyreden reel ücretler enflasyonun artması ile birlikte gerileyince ücretlerin satın alma gücü zayıfladı. Yeni ücret artışı ihtiyacı doğdu. Yanlış olan enflasyonun bu kadar hızlı yükselmesine göz yumulmasıydı.
- Kamu da fedakarlık yapmalı
An itibariyle Erol beyin dediği gibi “Asgari ücrette enflasyona yenilmiş bir aritmetik var. “ Yanlış ekonomi politikalarının neden olduğu enflasyonun tekrar aşağı çekilmesinin maliyetine ücretli kesimden de fedakârlık istenmiştir. Yani çalışanlar dezenflasyon sürecinin başarısı için fedakârlık yapmak zorunda bırakılmıştır. Oysa devlet emlak vergisi, çevre temizlik vergisi, motorlu taşıtlar vergisi, damga vergisi, özel iletişim vergisi, trafik cezaları, veraset ve intikal vergisi, ehliyet ve pasaport harçları, araç muayene ücretleri ile kabahatler kanununa tabi idari para cezaları ve yurt dışı çıkış harcı gibi gelirlerini yeniden değerleme oranı kadar arttırıyor. Bu oran da yüzde 44’tü. Bunu yaparak gelirini geçmiş enflasyon kadar arttıran kamunun, harcamalarını reel olarak aşağı çekerek dezenflasyon sürecinde kendisinden beklenen rolü oynaması gerekir.
Asgari ücretlilerin fedakârlıklarınım artmasından sonra ISO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın dünkü Meclis toplantısında dediği gibi “Önümüzdeki dönemde maliye politikasının enflasyonla mücadeleye desteğini artırmasının yanı sıra, bizi bu sorundan kalıcı olarak kurtaracak yapısal tedbirlerin alınması bugün her zamankinden daha önemli” hale gelmiştir.