Seçimler biteli bir ayı geçti, ama ne gerçek gündeme dönüşün, ne de nihai amaç olan toplumun refahı ile ilgili sorunlardan herhangi birine odaklanmanın belirtisi yok. Hatta önümüzdeki aylarda ve bunun da ötesinde yerel seçimlere kadar olması da muhtemel değil. Sözgelişi reel sektörün ve onun ürettiği kronik cari açığın, hukuk sistemi ve yargı düzeninin, eğitimin, istihdamın hepsi de yapısal nitelikte olan sorunlarının konuşulacağı yok. Aksine yıllardır ekonomik politikalar bağlamında eleştirip durduğumuz eski tabirle idare-i maslahat yani günü kurtarma hastalığının odağı daha da daralarak öncelikle döviz arayışına dönüştüğü akut bir süreci yaşayacağımız anlaşılıyor. Öte yandan bol partili yeni parlamentoda da, çoğunluk iktidarda olmasına rağmen, ittifakların kendi içlerindeki partilerin bile stratejik öncelikleri itibariyle birbirlerinden çok ayrışmaları, temel ekonomik sorunlardan çok sosyal ve siyasal nitelikli taleplerde yoğunlaşan kaotik tartışmaların ön alacağını düşündürüyor. Yani yürütme ve yasamanın aynı partinin kontrolüne geçmesi, temel ekonomik sorunların tartışılıp eylem planlarının yansıtılacağı mevzuat düzenlemelerinin üretildiği hızlı süreçleri vadetmiyor. Kaldı ki bu süreçlerin başlatıcısı olan yürütmenin, acil ve akut tedbirlere odaklanacağı için, bu nitelikte insiyatifleri almayacağı anlaşılıyor.
İlk hedef “Ani Duruş”tan kaçınmak
Aslında iktidarın seçimin hemen ertesinde ekonomi yönetimini değiştirmesi, hatta seçim öncesinde Şimşek ile temas ederek bunun işaretini vermesi, bizim geçen aylardaki yazılarımızda defalarca altını çizdiğimiz bir büyük ödemeler dengesi krizinin eşiğinde olduğumuz gerçeğini teyit ediyor. Hatta bunun klasik bir krizden de ötede “ani duruş”, yani “ithalat ve üretimin yapılamaz hale gelmesi” ölçüsüne varacağı öngörümüzü de doğruluyor. Bu keskin tutum değişikliğinin ve politika faizinin bir defada iki katına yakın arttırılması gibi iktidarın temel tercihine taban tabana zıt bir kararın, hem de dokuz ay sonra yapılacak ve siyasal iktidarın çok önemsediği yerel seçimler öncesinde, istemeyerek ama mecburiyetten gerçekleştirildiği çok açık. Şimşek- Erkan ikilisinden beklenen istikrar programı, belli ki, hem döviz kurunun, hem faizin ve hem de enflasyonun ilk etapta yükseldikten sonra dengeye kavuşturulmasını hedefleyecek. Ancak kısa vadede çevrilmesi gereken dış borçlar ile cari açığın büyüklüğü, ayrıca döviz rezervlerinin eksiye geçmiş olması dikkate alınınca bu sürecin oldukça uzun süreceği ve çok zorlu olacağı da ortada.
Gerçekten de ekonomi yönetiminin tam da faiz artışının açıklandığı gün körfez ülkelerine giderek döviz kaynağı aramaya başlaması, döviz konusunda büyük bir darboğaz olduğunu gösteriyor. Faiz artışı da bunun için atılmış bir ilk adım; nitekim PPK açıklaması, sıkılaştırmanın yani faizin kademeli olarak arttırılacağını vurguluyor. Bu kademelendirmenin içerdeki dengeleri çok bozmamak gibi başka nedenleri de var. Özellikle, ellerindeki düşük faizli uzun vadeli ve çoğunlukla devletin zorlamasıyla birikmiş menkul kıymet stoğu nedeniyle büyük zarara uğrayacak bankalar ve başta kredi kartı olmak üzere borçları nedeniyle hane halkı en fazla olumsuz etkilenecek kesimler. Bankaların elindeki tahvillerin toplam yaklaşık 600 milyar TL yani cari kurla 23 milyar dolar olduğu, faiz artışından dolayı 100 milyar TL’nin çok üzerinde bir zarar tehdidiyle karşı karşıya bulunduğu tahmin ediliyor. Bu konuda bir çözüm bulunması zorunlu. Ekonomi yönetimi hem bu gibi riskleri elimine etmek, hem de bir yandan rezerv oluşturmaya çalışırken diğer yandan portföy yatırımcılarını cezbedecek ortamı hazırlamak zorunda. Bu arada kısa vadede döviz kuruna müdahale edilmeyerek TL’nin bir miktar daha değer kaybına izin verileceği anlaşılıyor. Özellikle portföy sermayesinin girişi, yüksek faizin istikrar kazanmasını da gerektirdiğinden muhtemelen Eylül ayında döviz denge kurunun oluşmasının hedeflendiği söylenebilir.
Maliye politikasında da genişleme marjı yok. Daha Nisan sonunda 382 milyar TL ile yılsonu açık hedefinin %60’ına ulaşıldığına göre Temmuz ayı itibariyle ikinci bir bütçe zorunluluğu doğacak. EYT, asgari ücret ve bundan sonra daha da yükselecek deprem harcamaları nedeniyle önemli ölçüde sapan bütçe hedefleri, yerel seçimler nedeniyle kötümser ihtimalle1,5 trilyona varan bir açık ile sonuçlanırsa güven algısının yükseltilmesi ve risk priminin düşürülmesi, dolayısıyla yönetimin kısa vadedeki başlıca amacı olan cari açık finansman kalitesinin yükseltilmesi ve dış finansman maliyetinin düşürülmesi çok zor olur. Seçim atmosferine rağmen ilave vergi gelirine ve borçlanmaya ihtiyaç olacak.
Büyüme kozu artık yok
Kısaca, belirsizlik ve dalgalanma daha uzun süre kaderimiz gibi görünüyor. Seçimden bu yana geçen bir ayda %30 değer kaybeden TL, toplumun bu ölçüde yoksullaştığını ifade ediyor. Enflasyonun yüksek düzeyde devam edecek olması da, sabit gelirlilerin ve gizli/açık işsizlerin yoksullaşma düzeyinin daha da yukarıda olacağı anlamına geliyor. Zaten TÜİK’in genellikle %20’lik dilimler halinde açıkladığı gelir dağılımı istatistiklerini 10’luk ve 5’lik dilimler olarak yapması halinde bu asimetrinin çok daha görünür olacağı açık.
Yeni dönem iktidar açısından bir başka sıkıntının da habercisi: Akut döviz krizi, sıkılaştırmayı zorunlu kıldığı için toplumu büyüme illüzyonuyla teselli etme imkânı daralıyor. Bu durumda halkın duygularını okşayan jeopolitik risk alma marjı da küçülecek. Yoksulluk daha fazla hissedilecek. Sınırlarına gelinen devletten devlete olağan dışı likidite desteği yerine, batı sisteminin olağan sermaye akımlarını cezbedecek gerçekçi politikaların daha fazla savsaklanması mümkün değil.
Düzeltme: 20 Haziran tarihli yazımın sondan ikinci paragrafında iç ve dış borç toplamı yanlışlıkla 20 milyar TL olarak belirtilmiş, 20 trilyon TL olacaktı. Düzeltir, özür dilerim.