Arap’ın görgüsüzüne tepki ve nedeni

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Uğur Tandoğan

NOT DEFTERİ

Olay-1

Çocukluğum, tramvay olan bir şehirde geçmedi. Böyle bir şehirde de bulunmadım. Bu yüzden tramvaya hiç binmemiştim. Ama Avrupa ülkelerinde bindiğimde çok hoşuma gitti. Taksim-Tünel Tattı ise çok kısa olduğundan bana lunaparklardaki trenler gibi göründü; sanki tramvaycılık oynar gibi geldi; birkaç kez ancak bindim. Ama Kabataş-Bağcılar Tramvay Hattı’nı ilk başladığı andan itibaren denedim, hoşuma gitti. O tramvayda insan bir Avrupa ülkesinde olduğunu sanıyor. Geçenlerde yine Kabataş’tan bindim, yine aynı duyguyu yaşadım. Trafiğe takılmadan, çevreyi seyrede seyrede, turistik bir gezideymiş gibi tarihi yarımadada da ilerliyorduk. Her şey normal seyrinde giderken birden tramvayda bir hareketlenme yaşadık.

Ben tramvayda vagonun önünde oturuyordum. Derken yan tarafımdaki koridora boylu boyunca bir kadın küt diye serildi. Sirkeci durağından binen Arap kadınlardan birisi idi. Sanırım vagonun önüne doğru gelmeye çalışırken vagondaki kot farkını fark edemedi. Önce bir çarpma sesi duyuldu. Sonra yan taraftaki boşluğa denize atlar gibi uzanan bir çift kol ve bir vücut göründü. Genç kadının kolu, sanki bir partinin “Kadın Kolları” gibiydi; altın bilezik doluydu. Genç kadın gülerek kalktı yan çaprazdaki sıraya oturdu. Kadın düşerken de arkadan bir çığlık korosu yükselmişti. Kadın ilk şoku atlattıktan sonra kendini yokladı. Sonra eteğini yukarı kaldırarak dizlerine baktı. Ezilmeler vardı, ama ciddi bir hasar yoktu. Ve kadın gülmeye başladı. Arkadaşları da gülüşe katıldılar. Sonra bu gülüşmeler çok yüksek sesten yol boyu devam etti. Arkadaşları vagon giriş kapısında kalmıştı. Kendisi vagonun en önünde idi. Aralarında epey mesafe vardı. Ama sanki derenin iki tarafında çamaşır yıkayıp birbiri ile konuşan kadınlar gibi birbirleri ile konuştular da konuştular. Bağıra bağıra konuştular. Sonunda yolculardan biri patladı ve İngilizce bağırdı: “Shut up” (Çenenizi kapayın). Bunun üzerine platformdaki kadınlardan biri İngilizce cevap verdi: “Aa, biz şakalaşıyoruz”. Ses tonunda “Kavga etmiyoruz, şakalaşıyoruz. Size ne” ifadesi vardı. Bir yolcu İngilizce bağırdı “You are a joke alone” (Siz, yalnız başına bir şakasınız) Yanımdaki yolcu “Bunları buraya getirenler, başımıza musallat edenler utansın” dedi. Gürültücü Arap kadınlar tramvaydan yine gürültü yaparak indiler. Tramvay kalkarken ellerini kaldırıp Arapça bağırdırlar. Sanırım iyi dileklerini (!) sunuyorlardı.

Olay-2

İstinye’den bindiğim otobüste cam kenarında yer açıldı ve hemen oturdum. Gözüm Boğaz’a takılı kaldı. Karşı kıyıdaki yalılara, bu kıyıdaki bağlı teknelere ve ortadaki maviliğe bakmaya başladım. Cahit Külebi’nin bir şiiri takıldı dilime "Samsun'un evleri denize bakar/Sokakları yosun icinde/caparlar, takalar, mavnalar/Bilyalar gibi suyun yüzünde/Bir iner bir kalkar”. Boğaziçi’nin evleri de denize bakıyordu. Kıyıya bağlı lüks yatlar ve gezi tekneleri de bilyalar gibi suyun üstünde, bir iniyor bir kalkıyordu. Otobüs kalabalıktı ve her durakta daha da kalabalıklaşıyordu. Ama sakindi, huzurluydu. Bu duygular içinde maviliklere dalıp giderken Bebek’ten birileri bindi ve hava değişti. 

Sanki yanlarında bir radyo getirmişlerdi. Radyonun orta dalgasını karıştırılırken bir Arap radyosu bulmuş ve sesi sonuna kadar açmışlardı. Bunlar 25-30 yaşlarında üç Arap gençti. Radyo yoktu, sadece konuşuyorlardı. Ve yol boyu aynı tonda konuştular. Hele birisi hiç susmadı. Çevrelerinde başka kimse yokmuş gibi, kırda bir ceviz ağacının altında ya da dere boyunda konuşur gibi bağıra bağıra konuştular. Otobüsteki huzuru yok ettiler. 

Otobüs kalabalıktı, her tür insan vardı. Elindeki oltası ve pazar arabası ile otobüse binen adam dikkatimi çekti. Yaşından ve solgun yüzünden anlaşıldığı kadarı ile emekli idi. Acaba sabahın erken saatinde İstanbul’un hangi semtinden kaç araç değiştirerek Boğaz’a balık tutmaya gelmişti? Öyle ya, tatilini geçirmek için gideceği Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yurdunda yatacağı ranzaya tırmanabilmek için güce ihtiyacı vardı. O gücü de bu tuttuğu balıklardan alacaktı. Günün yorgunluğunu yüzünde taşıyordu. Zar zor bir yer bulup oturdu. Tuttuğu balıkları ve malzemelerini koyduğu pazar arabasını ve oltasını sağlama aldıktan sonra tepesinden gelen Arapça yayına baktı. Çaresizlik içinde boynunu büktü. Belli ki, uykusuzdu, dinlenmek istiyordu; ama bu gürültüde bunu başaramadı. Beşiktaş’ta benimle birlikte indi otobüsten. Geride bıraktığı Arapça gürültüye ters ters baktı inerken. Benim ilgilendiğimi görünce konuştu “Nedir bu beyim, kendi memleketimizde yabancı olduk. Bunlara söz söylemeye de gelmiyor. Hem bizim ekmeğimizi yiyorlar hem de horozlanıyorlar. Sanki işgal altındayız” 

Bir yorum

Turist, bir ülke için gelir kaynağıdır. Turist, parası bir yana, misafirimizdir. Onlara geleneksel Türk misafirliğini göstermemiz gerekir. Ama nedense Araplar gözümüze batıyor. Çünkü Suriye’den gelen sığınmacılar dolayısıyla misafirlik olayı aşılmış durumda. Emevi Camii’nde namaz kılma hayaliyle elin iç işlerine karıştık, arı kovanına çomak soktuk. Başımıza bu sığınmacı belasını açtık. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan verilere göre Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 9 Mayıs 2024 tarihi itibarıyla 3 milyon 115 bin 536 kişi imiş. Tabi ki bunlar resmi veriler, en az TÜİK verileri kadar gerçekçi olduklarına inanmamız gerekir. Kayıt altına alınmamış kaç kişi ise onu bilemiyoruz. Örneğin, Anadolu’nun her köşesinde kırmızı ışıkta dilenenler acaba kayıtlı mı bilemiyoruz. 

Öte yandan işin, bir de mali boyutu var. Emeklisine, memuruna para verirken eli titreyenler, Suriyelilere gelince harcanan milyar dolarlar ile övünüyor. Ama gerçek rakamların da ne olduğunu bilemiyoruz. Yönetimde bu konuda da şeffaflık olmadığından dedikodular, yalan yanlış haberler ve rakamlar oluşan vakumu dolduruyor. O zaman da halkın bilinçaltında Suriyeliye karşı bir kızgınlık oluşuyor, bu da her fırsatta dile getiriliyor. Suriyeliye karşı oluşan tepki, hiç bir ayırım yapmadan, tüm Arap turistine de bulaşıyor. Sığınmacı ya da normal turist fark etmiyor; tüm Araplar aynı kefeye konuyor. Böyle olunca da başka ülkelerin görgüsüzüne, kural tanımayanına göstermediği tepkiyi Arap’ın görgüsüzüne, saygısızına gösteriyor. Hâlbuki Araplar kadar sık görülmese de, başka ülke yurttaşlarının da, örneğin Rus’un da, İspanyol’un da saygısızına şehirlerde rastlıyoruz. 

Sanırım “Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü” diyen atalarımız Arap’ın dolarını ön görememişler…

Tüm yazılarını göster