Arap milliyetçiliğinin yeni hedefi Türkiye

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

AK Parti hükümetlerinin ilk günlerinde Arap sokaklarındaki Türkiye sevgisi iktidarın en büyük övünç kaynakları arasındaydı. Libya’dan Suriye’ye, Filistin’den Lübnan’a kadar Arap gençlerinin Erdoğan posterleri taşıdığına, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın bu ülkelerdeki toplantı ya da mitinglerine Arapların coşkuyla katıldığına tanık olduk.          

ABD’nin fikir babalığını yaptığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) piyasaya sürülmesiyle senkronize şekilde, Mısır ve Tunus’ta İhvan hareketinin iktidara geldiğini, Suriye’de, Kuzey Afrika’da, Libya’da Müslüman Kardeşler bağlantılı siyasi hareketlerin palazlandığını, iktidar ortağı olduklarını gördük. BOP kağıt üstünde Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine “demokrasi ve insan hakları” getirmeyi amaçlıyordu. Ancak getirdiği, Amerikan askerleri oldu; ABD, daha önce askeri/ siyasi/ekonomik olarak giremediği Suriye’ye, Libya’ya yerleşmeyi başardı.

Bölgedeki ikinci gelişme ise, ABD’nin en büyük müttefiki İsrail açısından yaşandı; Suriye ve Libya’da iç savaşın yaşandığı, “Arap Baharı’nın” dokunduğu diğer ülkelerde siyasi istikrarsızlığın hüküm sürdüğü ortamda, Washington yönetimi Körfez Arapları’nı da –Abraham antlaşması sayesinde İsrail’le barıştırmayı başardı. Böylece, bir dönem pek kullanışlı olan, temelini de Arap milliyetçiliği yerine “ümmetçilikten” alan İhvan/Müslüman Kardeşler hareketinin de “kullanım ömrü” dolmuş oldu.                 

“ÜMMETÇİ” İHVAN YERİNE GELEN; ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ

Arap basınında bugünlerde Müslüman Kardeşler’in Londra, İstanbul ve Mısır’daki ayakları arasında ciddi kavga ve bölünmeye ilişkin neredeyse her gün yazılar ve yorumlar yayınlanıyor. Belli ki, dağılma artık iyiden iyiye su yüzüne çıkmaya başlamış.               

Ve bu “ümmetçi” hareketin yerine bugünlerde yeni akım olarak “Arap milliyetçiliği” pompalanıyor.             

Abraham anlaşmaları ile Araplar’ın “ortak düşmanı” olan İsrail’in devreden çıkmasıyla birlikte, bu milliyetçiliğin körüklenmesi için yeni olası “rakipler” Türkiye ve İran.        

İran’ın Türkiye’ye göre avantajı, Arap dünyasında Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Şii siyasi ve milis hareketleri, Suriye’de ise Beşar Esad rejimiyle kurmuş olduğu etki alanları.             

Türkiye açısından bakıldığında ise görünen ve Arap dünyasında hatırlanan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde kendisinden “BOP eş Başkanı” olarak bahsetmesi. AK Parti, Müslüman Kardeşler’in erimesiyle Arap dünyasındaki “etki alanını” hepten kaybetmiş görünüyor. Şimdilerde Arap sokaklarında, ne Türkiye, ne de iktidardaki AK Parti için olumlu konuşan pek kalmamış durumda. AK Parti’nin ilk yıllarında Ankara’yı mesken tutan, Suriye’de Esad’a karşı Ankara ile ittifak yapan Körfez Arap liderleri ise, şimdilerde Arap milliyetçiliğini körüklemek adına Türkiye’nin tam karşısında yer alıyorlar.                

ANKARA’NIN YALPALAMASI

Bu değişen duruma adapte olamayan Ankara, başta Suriye ve Libya olmak üzere, tüm Ortadoğu coğrafyasında yalpalamanın ötesine varamıyor. Yakın geçmişte ve günümüzde, iç politik amaçlarla yapılmış hamasi açıklamalar, Ak Parti hükümetinin değişen ortama göre yeni pozisyon alabilmesinin de önünü tıkıyor.             

Mesela Suriye’de;

İç savaşın başında Ankara ile birlik olup Esad’ı devirmeye çalışan Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı, bizzat Şam’a gidip Esad’la görüşüyor. Suudi Arabistan istihbarat örgütünün şefi, Esad istihbaratçısı ile yan yana poz vermekten kaçınmıyor. Mısır ve Cezayir, Esad Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönmesinin adeta bayraktarlığını üstlenmiş durumdalar. Türkiye ise böyle bir ortamda, değil Beşar Esad Suriye’si ile normalleşme, hala Suriye’ye yeni bir askeri operasyon olasılığını konuşuyor.              

Libya’da keza;

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha iki hafta önce Fransa’da düzenlenecek Libya konferansı’na Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin katılması halinde Türkiye’nin katılmayacağını açıklamıştı. Ama konferansta bu üç ülkenin de yer almasına rağmen, Türkiye resmen Dışişleri Bakan Yardımcısı düzeyinde temsil edildi. Nerede kaldı inandırıcılık?                

Konferansta –daha önceki uluslararası Libya konferanslarında olduğu gibi yine- Libya’daki yabancı güçlerin çekilmesi konusunda karar alındı, Türkiye –yine- tek başına çekince koydu. Libya’da Batılı şirketler, Ruslar artarda anlaşmalar yapıp, altyapı projelerinin inşasını üslenirken, Türk şirketlerine şimdiye kadar- göstermelik birkaç AVM inşası dışında- proje gelmedi.             

Irak’ta;

Türkiye seçimlerden hemen önce ayrı ayrı Ankara’ya davet edip, bizzat Erdoğan tarafından kabul edilen, “birleşin” mesajı verilen Sünni partileri, sandıklarda umduklarını bulamadı.              

Lübnan’da;

Ülkenin enerji krizinin çözümü için Amerikan yaptırımı altındaki Suriye üzerinden -üstelik Dünya Bankası kredisiyle- boru hattının inşası konuşulurken, İran bile- yine yaptırımlara rağmen- tankerlerle petrol gönderirken, Lübnan’da Türkiye’nin adı sanı hiç geçmiyor.         Ankara da gidişatı görmüş olmalı ki, AK Parti yetkililerinin ve hükümet yanlısı medyanın yakın zamana kadar en ağır ithamlarda bulunduğu, adının önüne sıfatlar takmaktan çekinmediği Birleşik Arap Emirlikleri’nin Veliaht Prensi’ni ağırlamaya hazırlanıyor. Veliaht Prens Muhammed’in 24 Kasım’da Ankara’ya gelip, Erdoğan ile görüşmesi bekleniyor.           

Bu son dönüşler gidişatı tersine çevirebilir mi, AK Parti’yi yeniden Ortadoğu’da etkin bir aktör haline getirebilir mi?        

Göreceğiz...

Tüm yazılarını göster