Bir Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) çalışanının T.C Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) ilettiği şikâyet vasıtasıyla TCMB Başkanı Sayın Hafize Gaye Erkan’ın etrafında yeniden, ve hiç de gereği olmayan, bir patırtı koptu. Bu defa meselenin içerisine, maalesef, Başkanın ailesi de girdi. Meselenin ne olduğunu uzun uzun anlatmayacağım. Herkese malum olduğunu zannederim.
Olayın patlamasının ardından başlayan tartışma ilginç. Kimileri, meselenin kendilerince önemli taraflarını öne çıkararak Sayın Erkan’ı eleştirirken, kimi başkaları da ortada büyütülecek bir şey olmadığını, Hafize Hanım ve ailesine haksızlık yapıldığını, iftira atıldığını; onların üzerinden “algı operasyonu” başlatıldığını, TCMB’nin veya ekonomi programının, yıpratılmaya çalışıldığını söyleyerek savunmaya geçtiler. Siyaseten muhalif bir pozisyonu olup, Erkan’ın irrasyonel ekonomi siyasetine dönüşü savunanlar tarafından hedef alındığını düşünenler de yok değil. Ben ise burada farklı bir meselenin olduğunu düşünüyorum. Genellikle olduğu gibi, tüm bu gürültünün içerisinde işin özünü, evsafını kaçırdığımız kanaatindeyim.
Bakın neden?
CİMER’in, varsayılan faydalarının ötesinde, kimi zaman canı sıkılanın ipe sapa gelmez şikayetler için kullandığı bir araca dönüştürülmesi mümkün. Hukuk vasıtasıyla hakkını aramaktansa, bu sistemi amacından saptırıp, bir toplumsal ihbar, muhatabı korkutma, itibarsızlaştırma, dedikodu, öfke kusma, katarsis ve baskı mecrası olarak kullanmaya çalışanlar da olabilir. Bu da doğrudur. Ancak, bu mesele dedikodu, magazin meselesi değil. Öyle bakılamaz. CİMER şikayetinin konusunu teşkil eden, doğru veya yanlış olduklarını şu anda bilemediğimiz, “savunmanın” dedikodu ve iftira olarak nitelediği haberler, eğer doğruysa, konu magazinden ibaret değildir. Böyle geçiştirilemez. Bir kere şurası açık olmalı. Mesele esası itibariyle TCMB’nin meselesi değil. “İtham” edilen Banka değil. İddialar doğruysa konu Banka’nın akraba taallukat usulü yönetilmesi. Zira, netice kurumsal yapının yıpratılması ve yok sayılmasına varıyor. Bu durumda, eğer iddiaları doğruysa, Banka’nın itibarıyla oynayanlar itham sahipleri olmaz. Zaten kurumların ciddi ölçüde zayıfladığı ülkede, TCMB gibi çok önemli bir kurumu, iddialara konu olan davranışlar ve üslup ile yönetenler olur. Bunu ciddiye almadan geçemeyiz. Zira bir kurumu yönetirken benimsenen üslubun, kaçınılmaz olarak, anlamı ve sonuçları vardır. Bu iddialar, eğer doğrularsa, bu sebeple vahimdir. İddia edildiği gibi idare amiri rolünün bir babaya oynatılamayacağı herhalde izahtan vareste olmalıdır. Tabii yine eğer iddialar doğruysa.
“Savuma hattının” iftira karinesi kabul ettiği “uyarı” mesajları da aynı yönde bir vahamete işaret ediyor. Burada Hafize Hanım ve ailesine sahip çıkarken, kurumlarımızın yönetişim standartları bizim için önemliyse, ki olmalıdır, şu soruları sormak zorundayız: Söz konusu mesajları atan, iftira tehdidi karşısında Başkan’a ve ailesine sahip çıkan, Banka çalışanı neden, hangi biçimde Başkan’ın annesinin telefonuna sahip? Bankanın disiplin ve idari meselelerini yöneten mekanizmalar, süreçler ve yöneticiler yok mu? Başkan’ın anne ve/ veya babasının Banka çalışanlarına, bu kadar mühim bir meseleyle ilgili konuşup, mesajlaşırken(?!) “kızım” diye hitap edecek muhâtabiyette olması normal midir? Yine Banka çalışanlarının, böyle bir konuda amirlerine gideceklerine, Başkanın annesinin yanına gitmeleri olağan mıdır? Ve esas tüm bunlar Bankanın itibarını nasıl etkiler? Ve elbette temelde abes olan bu soruların sorulacağı aşamaya gelmemizdir. Tüm bunlara “burası Türkiye olur öyle” diyeceksek, ABD’de okumak vs. türü cümlelerde niye kredibilite arıyoruz ki? Binâenaleyh “alaturkayız” vesselâm, bizden bu kadar, “bizde analar kızlarının çalışma arkadaşlarına da “kızım” der”, diyelim, geçelim, bitsin! Elbette işi Merkez Bankası Başkanlığı olan bir bürokratın ailesine sahip çıkılmasını gerektiren koşulların neden ortaya çıktığı, niçin bu noktaya geldiğimiz, sorusu da ayrıca bir sorudur. Bu sorunun cevabına “hedef ülke Türkiye” diyerek başlayacak olanlara da ayrıca selâmet dilerim…
Gelelim meselenin, bence, asıl sıkıntılı kısmına. İddiaların doğruluğu, yanlışlığı meselesinden daha önemlisi, işin iletişim boyutu; iddialara kimin ve nasıl cevap verdiği. Bu noktada Sayın Erkan’ın babasının, meseleye bu içerik ve üslupta müdahil olması sorun. Baba Erol Bey’in zinhar üzerine vazife olmayan, “CDS’lerin düşüşü”, “güven tazelenmesi” yorumlarını yapması, sadece suçlamaların “muhatabı, mağduru” olmak bakımından değil, konuyu teşkil eden olayların “aktör”ü olmak bakımından da taraf olduğunu teyid ediyor. Dahası, “Bir başarı süreci yaşıyoruz. ABD’deki görüşmelerdeki başarılı hava da bunun göstergesiydi”, ifadesi bu işlerin içerisinde ve söz konusu “görüşmelere” dair bilgi sahibi olduğunun ikrarı. İtiraz değil itiraf niteliğinde. TCMB ve ekonomi politikasına ilişkin bilgiler mahfuzdur. Hafize Hanım ismiyle müsemmâ davranarak bunların muhafızı olmalıdır. Türkiye ekonomisi ile ilgili meseleler aile sohbeti konusu değildir. Daha vahim ihtimal Erol Bey’in bunları, iddia edildiği gibi, bankada olması sebebiyle biliyor olmasıdır, ki bu zaten olacak iş değil! Bunlar ne dedikodu ne magazin. Komplo boyutu da yok. Bile isteye, kimse zorlamadan, verilmiş bir röportajdan çıkan sonuçlar. Ve bu olaylar zincirinin en sıkıntılı kısmı da bu “iletişim felaketi”. TCMB Başkanının babasının, “sözcü”lüğe soyunup, “kızına sahip çıkma” noktasında olması. Bunu yaparken “ekonominin” ve “bankanın” performansına dair yorum yapması. Bu durumun Bankanın kurumsallığı ve itibarına etkisi nedir, Bankanın “iletişim stratejisinde” bu konu nerede duruyor; meselemiz budur. “İletişim felaketi” de tam buradadır. Bu sebeple akraba taallukat kurumsal yapılara sokulmaz, hele “iletişim” asgaride dahi bir babanın duygusallığına asla emanet edilmez. Gaye Hanımın bir komploya kurban olduğunu düşünen, korunması ve görevine devam etmesini isteyenlerin, esas kaygılanması gereken işin bu iletişim kısmı. Başkanın aleyhine çalışan kötü niyetli bir lobi varsa onu daha çok bu ikinci sebeple, iletişim başarısızlığı nedeniyle, vurabiliyor. Konuyu yönetmek istiyorsa Gaye Hanım buraya bir tedbir düşünmeli, ön almalı…
Zira; “Taa, Amerikalardan kalkıp, büyük fedakârlık yaparak, bizi kurtarmaya geldi. Üstelik de bebeği var. Dolayısıyla kıymetini bilelim”, söylemi doğru bir defans hattı değil. Doğusu ben bu sözleri Hafize Hanımın ağzından bu şekilde ifade edilmiş halde görmedim, duymadım ve okumadım. Ancak, ona sahip çıkmak adına konuşanlar bu anlama gelecek sözleri kullanıyorlar. Ve hata ediyorlar. İlkin bu ülkede yurtdışında okumuş ancak başka imkânları teperek ülkesine dönmüş bir sürü insan var. Merkez Bankası Başkanı’na gösterilmesi istenen bu hususi hassasiyet hem onları yok sayıyor hem de kişisel bir tercihi toplumsal bir borca, minnete tahvil etmeye kalkışmak suretiyle memleketi ve halkını rencide edici bir boyut kazanıyor. Bunun da ötesinde, bu memlekette maaşı ev kiralamaya “gerçekten” yetmeyen çocuğunu bırakacak annesi, ailesi olmayan, kreş imkânı bulamayan on binlerce kadın var. Bu karinenin Hafize Hanım’ı kamuoyu nezdinde iyice “sevimsiz” kılmaya başlaması yakındır. Hafize Hanımı savunmaya çalışanların farkına varması gerekir ki bu doğru bir iletişim stratejisi değil. Düzeltilebilir ancak nedense kimse oralarda değil. Ya farkında değiller ya da umursamıyorlar. Bunların ikisi de yanlış olmakla birlikte anlamsız olmayan; bir mânâya, tercihe karşılık gelen tavırlar. Sayın Başkan’ın bu noktada da bir adım atması ve bunu hassas dengelerin tartan bir terazi vasıtasıyla yapması hem onun hem de temsil ettiği ve hepimiz için değerli olan kurumun menfaati açısından önemli.
Gelelim işin pratiğine. Bu sebeplerle Türkiye’ye kredi açmayı, yatırım yapmayı düşünen kimse vazgeçmez. İfade ettiğim gibi bu noktadan sonra da mevcut başkanın görevden alınmasının piyasada uzun boylu bir etki yaratacağını düşünmüyorum. Bu ifademe içlek varsayım, programın esas teminatının Mehmet Şimşek olduğu; ve yerli yabancı yatırımcının Mart sonrasına kadar yeni ekonomik programa açtığı kredibiliteyi kolayına kapatmayacağıdır. Zaten, bu aktörler “bekle gör” konumundalar. Bu pozisyonu TCMB Başkanı değişikliği nedeniyle Mart’tan önce bozmazlar. Mart sonrasında izlenen politikalara göre tekrar değerlendirme yapacakları da muhakkak. Aman “fincancı katırları” ürkmesin diyenler için kısa vadede endişeye mahal yok…