Ankara'da iktidar cenahındaki "ABD'de 20 Ocak sonrasındaki yeni dönem Türk-Amerikan ilişkileri açısından daha verimli olacak" beklentisi, Donald Trump'ın her konuşmasıyla biraz daha çökmekte.
ABD'nin 20 Ocak'ta göreve başlayacak yeni Başkanı Trump'ın son basın toplantısı, ilk bakışta Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "övgülerle dolu" gibi görünse de, Türkiye'nin yakın vadede başını çok ağrıtacak unsurlar içeriyor.
Trump Amerikan askerleri konusunda renk vermiyor
Basın toplantısında Trump'a doğrudan sorulan soru, Başkanlığı döneminde Suriye'deki Amerikan askerlerini çekip çekmeyeceği idi. Trump bu soruya yanıt vermemeyi tercih etti. Bunun yerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a olan saygısından, ne kadar iyi anlaştıklarından bahsetti. Ancak bunu yaparken de, bir önceki Başkanlık döneminde Türkiye Cumhurbaşkanı ile olan ilişkisini "Ben söyledim, Erdoğan da yaptı" durumuna da indirgemekten çekinmedi.
Tam da Cumhur İttifakı PKK elebaşı ile görüşme süreci yürütürken..
Trump'ın ikinci mesajı ise, İmralı'da müebbet hapis cezasını çeken PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan ile yeni bir istişare süreci yürüten Cumhur İttifakı'na sorun olacak nitelikte.
MHP Lideri Bahçeli Kürtler-Türkler kardeştir mesajı verirken, AK Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Diyarbakır'ı ziyarete hazırlanırken, Trump "Türkler ve Kürtler birbirlerinden nefret ediyorlar" deyiverdi.
Suriye kaosunu Türkiye'nin üzerine yıktı
Trump'ın açıklamasının devamında ise, Suriye'de yaşanmakta olan kaosu doğrudan Türkiye'nin sırtına yükledi; Suriye'yi kastederek, "Türkiye farklı isim ve şekillerle 2000 yıldır o ülkenin peşinde" dedi. Bizzat ABD'nin yeni Başkanı, Arap toprağı olan Suriye'nin Türkiye etkisi altına girdiğini kayıtlara geçirmiş olduğu bu sözlerle. Trump'ın bu cümlesinin tüm Arap dünyasının tüylerini diken diken ettiğinden şüphe yok.
Açıklamanın devamı ise Türkiye'yi İran ve Rusya ile karşı karşıya getirecek nitelikte; Trump yine Suriye'yi kastederek, "Türkiye'nin attığı adımlarla Rusya ve İran zayıfladı" dedi ve ekledi; "O (Erdoğan) çok akıllı bir adam. Farklı isim ve şekillerde adamlarını gönderdi. Gittiler ve aldılar..."
Bir dönem Rusya ve İran'la Suriye konusunda "Astana sürecini" yürüten AK Parti hükümetinin, Şam'daki Esad rejiminin düşmesinden sonra ABD ve Arap ülkeleriyle birlikte Suriye konusunda, hem Tahran'ı hem de Moskova'yı dışlayan "Amman sürecine" dahil olmasını özetler nitelikte Trump'ın bu cümlesi. ABD'nin yeni Başkanı'nın Rusya ve İran'ın Suriye'den dışlanmasını doğrudan Türkiye'ye bağlaması, Ankara'nın Tahran ve Moskova ile hassas ilişkilerine de gölge düşürecek nitelikte.
Suriye'nin yakın geleceği zorlu geçecek
Gerek Trump'ın bu çıkışları, gerekse Şam'ı ziyaret edip Esad'ı deviren HTŞ'nin lideri Colani'yle görüşen Avrupalı Bakanların açıklamaları, Batı cephesinin Suriye'de tek istikrarlı "müttefik" olarak PYD-YPG'yi gördüğünü gösteriyor. Oysa Ankara aynı PYD-YPG'yi terör örgütü olarak niteleyip, ortadan kaldırmaktan bahsediyor. Tüm bunlara elbette bir de İsrail'in de devreye girip, bizzat İsrail Dışişleri Bakanı'nın PYD-YPG'yle temasa geçmesini eklemek gerek. Belli ki ABD'deki güçlü İsrail lobisi de Washington'da PYD-YPG'yi "koruma altına" alacak.
Bu uluslararası konjonktürde Ankara'nın PYD-YPG'yi yok etmesi, her ne kadar Şam'da rejim değişmiş de olsa, oldukça zor. Dolayısıyla Ankara'da dolaşıma sokulan yeni "Öcalan açılımının", PYD-YPG'yi yok etmek yerine, PYD-YPG'nin başat güç olduğu, içinde Arap aşiretlerin de bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri'ni bitirmeyi değil, "dönüştürmeyi" amaçladığını söylemek mümkün. Bu çerçevede o beklenen "Öcalan çağrısının" da, Fırat'ın doğusundaki yapılanmadaki kamuoyunca isimleri bilinen birkaç eski PKK terör örgütü üyesinin etkisizleştirilmesi, Suriye Demokratik Güçleri'nin yönetiminde Araplar'ın biraz daha görünür kılınmasından ibaret olacak gibi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Öcalan ile görüşen DEM partilileri kabul etmeyerek bu sürece doğrudan müdahil değilmiş gibi bir tablo çizmeyi tercih etmesi de bu duruma bağlı olabilir.
Erdoğan sürecin dışında gibi dursa da, İmralı'ya geliş-gidişlerin Adalet Bakanlığı'nın izniyle yapılıyor. Erdoğan'ın başında olduğu AK Parti hükümetinden izin çıkmasaydı, Bahçeli ne çağrı yaparsa yapsın, bu süreç başlamazdı. Dolayısıyla Erdoğan'ın -şimdilik- işin dışında gibi durmasının siyasi bir taktikten ibaret olduğu söylemek mümkün. Üstelik bu yaklaşım, Öcalan'ın etkisi beklenenden az olursa, Erdoğan'ın tavır değiştirmesini de kolaylaştırabilir.
Bunu da iktidar partisi açısından, Erdoğan'ın o kullanmayı sevdiği "kazan-kazan" stratejisi olarak nitelemek mümkün elbette...