Anadolu’nun yeni ‘küçük kıyamet’i

Tarihte birçok medeniyetin, ülkenin yok oluşunda savaşlar kadar doğal afetlerin de rolü bulunuyor, özellikle depremlerin. Dünyanın en yoğun deprem kuşağında yer alan Anadolu’daki birçok şehrin bu nedenle alt üst olduğu biliniyor. Ne yazık ki cennet ülkemizin şansızlığı bu olsa gerek. Her dönemde depremlerin yarattığı felaketler Anadolu’nun tarihinde önemli yer tuttu. Şu anda güney kentlerinde olan ama tüm Türkiye’yi acıya boğan son 100 yıldaki en büyük felakette de bunu yaşıyoruz. Son yılların en büyük acısının yaşandığı 10 kentte hala insanlarımız yardım ve destek bekliyor. Tek dileğim bu tarifsiz sancının son bulması ve ailelerin sağlıklı bir şekilde tekrar bir araya gelmesi.

Binlerce yıldır bu topraklarda yaşanan deprem gerçeği kendisini sürekli hatırlatıyor. Ancak ne yazık ki yönetimsel olarak ne tedbir alabiliyoruz ne de tam anlamıyla organize olabiliyoruz. Depremin yarattığı asıl faciayı oluşturan en büyük sebepler de bunlar değil mi?

ŞEHİRLER, MEDENİYETLER YOK OLDU

National Geographic dergisi bilim editörü Rick Gore'un bu ay kaleme aldığı “Anadolu: Felaketlerin Şekillendirdiği Bir Tarih” adlı yazıda MÖ 464’te yaşanan bir depremin Sparta'yı yerle bir ettiğini, M.S. 115 ve 458 yılları içinde şu an yaşadığımız acının merkezlerinden biri olan Antakya Depremi’nin, binlerce insanın hayatına mal olduğunu tekrar hatırlatıyor. Tarihçi Procopius'a göre ardından M.S. 526’da yaşanan bir depremle 300.000 insan hayatını kaybetti. Gore’a göre Kuzey Anadolu fayı, Marmara’da büyük tahribata neden oldu. Son iki bin yılda, 40 tanesi 7 ve üzeri yaklaşık 600 belgelenmiş deprem bölgeye hasar verdi. Özellikle İstanbul'un kendisi son 500 yılda dört kez büyük depremler yüzünden ağır hasar gördü. Özellikle 1509 yılında yaşadığımız ve ‘küçük kıyamet’ olarak nitelendirilen deprem, belki de Anadolu’daki depremin bir benzeriydi.

45 GÜN DEVAM ETTİ

10 Eylül 1509'da Memalik-i Rum adı verilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve çevresinden başlayıp 45 gün şiddetle devam eden depremde halk, iki ay kadar çadırlarda yaşadı. Bu deprem, aynı şiddette İstanbul ve Edirne'de de devam etti. 14 Eylül 1509'da İstanbul, Osmanlı tarihinin kaydettiği en şiddetli depreme maruz kaldı. Küçük Kıyamet yani Kıyamet-i Suğra adı verilen bu depremde İstanbul'da 109 cami ve mescit ile 1.070 ev kullanılamaz hale geldi. Halktan da yaklaşık 13 bin kişi yaşamını yitirdi. O dönemde İstanbul’un nüfusunun 200 bin olduğunu düşünürsek, kayıpların sayısının ürkütücü boyutu daha iyi anlaşılıyor. Sultan 2’nci Bayezid’in sarayının duvarlarına güvenemediğinden bahçesinde gayet hafif ve tehlikesiz bir çadır kurdurarak orada 10 gün kadar ikamet ettiği biliniyor.

YIKILAN ONARILIR, ACILAR HARİÇ

1.5 ay boyunca aralıklarla devam eden bu depremlerde en büyük hasarın olduğu kentlerden olan Çorum’da halkın 3'te ikisi, şehirlerindeki toprak kaymaları yüzünden yarılıp açılan topraklar içinde hayatını kaybetti. İstanbul ve diğer kentler yaşadığı felaketleri Anadolu ve Rumeli'den on binlerce işçi, usta duvarcı ve marangozun çalışmasıyla unutmaya çalıştı. Anadolu'dan 37 bin, Rumeli'den de 29 bin işçi ve 3 bin kadar mimar ve marangoz İstanbul’u tekrar inşa etmek için kolları sıvadı. Acılar unutulmadı ancak kentin imarı birkaç ay içerisinde yeniden yapıldı. Türkiye ne yazık ki deprem kuşağı üzerinde. Her 5-10 yılda bir büyük depremler acılarımıza yenilerini ekliyor. Önemli olan bu acıları tekrar yaşamamak için önlemleri almak değil mi?

Planlanamamış kentleşme, kuralları görmezden gelme, kanunları yok sayma, para kazanma hırsı, aç gözlülük… Acılarımızı artırmıyor mu? Lütfen bu kez son diyelim. Tarihimizin en büyük acısını dindirmeyecek belki ama azaltacak bu tedbirler. Japonya, Tayvan, Hong Kong, Singapur gibi ülkeler bunu yaptı. Biz neden yapmayalım? Lütfen ders alalım. Yoksa bu acıları yaşamaya devam edeceğiz ne yazık ki. Jeoloji uzmanları bizleri uyarıyor. Doğanın kendisi bizi uyarıyor. Her felaketin ardından, “Bu bize ders olsun” diyoruz ama unutuyoruz. Ama eskilerin dediği gibi “Ders, öğreninceye kadar devam ediyor.” Bu kez öğrenelim. Anadolu’da 10 şehrimiz Küçük Kıyamet yani Kıyamet-i Suğra’yı yaşıyor, acısını tüm Türkiye hissediyor. Artık bu ifadeyi hayatımızdan çıkaralım.

Tüm yazılarını göster