Küreselleşmeyle birlikte küresel ticaret de bir yönüyle birbirine pamuk ipliğiyle bağlı hale geldi. Çin’deki durağanlığın ya da kızıl denizdeki güvenlik sorunlarının lojistikten emtia fiyatlarına küresel ölçüde birçok etkisi olabiliyor, tıpkı Rusya-Ukrayna savaşının enerjiden tahıl fiyatlarına tüm dünyayı etkileyebildiği gibi.
Dünyada yaşanan tüm bu gelişmelerin kuşkusuz ki kısa, orta ya da uzun vadede bize de etkileri olacaktır. Bana öyle geliyor ki bize düşen en büyük sorumluluk, bütün bu fırtınalara rağmen gemiyi güvenli bir şekilde limana getirmek. Belki de bu yüzden hiç olmadığı kadar dünyayı ve küresel gelişmeleri takip etmek durumundayız. Ben de bu nedenle dört haftadır ülke analizi yapmak yerine bölgesel ve küresel gelişmeleri kaleme almaya ve bir yönüyle dikkatleri bu konulara çekmeye çalışıyorum.
Bir sanayici ve ihracatçı olarak dünyayı daha yakından takip edersek ‘’karar kalitemizin’’ artabileceğini düşünüyorum. Bu hafta da dikkatlerinizi ihracatımızda ana pazarımız olan Avrupa Birliği’ne çekmek istedim.
Avrupa Birliği, Avrupalı halkları bir araya getirerek büyümeyi ve küresel bir güç olmayı hedefleyen bir birliktelik. Lakin dünyanın en önemli oluşumlarından biri olan Avrupa Birliği’nin yapısal ve cari birçok sorunu var. Yanı başındaki Rusya-Ukrayna Savaşı, aşırı sağın yükselişi, pandemiden bu yana bir türlü toparlanamayan ekonomisi, borç krizi, yaşlanan nüfus, politik gerginlikler gibi birçok sorunla mücadele etmeye çalışıyor.
Avrupa Birliği’nin gündemi, birliğin geleceği… COVID-19 pandemisi, tedarik zinciri problemleri, Rusya-Ukrayna savaşı gibi gelişmeler son beş yılda güçlü gözüken AB ekonomisinin zayıf yönlerini ortaya çıkardı.
Bildiğiniz üzere Avrupa Birliği ihracatımızda ana pazarımız. Birlik üyesi 27 ülkenin yaklaşık nüfusu 450 milyon. Bir başka deyişle dünya nüfusundan aldığı pay yüzde 7,3. Daha önemlisi dünyanın diğer bölgelerine göre alım gücü yüksek ve birçok sektörümüzün ihracatında kilogram başı ihracat değerinin en yüksek olduğu bölge.
Her ne kadar zaman zaman ayağımıza pranga olsa da biz de Gümrük Birliği ile ortak pazarın bir parçasıyız. 2024 ilk sekiz ay ihracatımızın verilerimize bakacak olursak AB ülkelerinin ihracatımızdan aldığı pay yüzde 44 iken Kıta Avrupa’sı ülkelerinin aldığı pay yüzde 53. İhracatımızda ilk on ülkenin altısı AB üyesi. Avrupa Birliği ile inişli çıkışlı sorunlarımız olsa da son on yılda genel ihracatımız yüzde 52 artarken AB üyelerine olan ihracatımız da buna paralel olarak yüzde 51 artmış. Diğer Avrupa ülkelerine ihracatımızın artış oranı ise yüzde 390 olarak gerçekleşmiş. Avrupa Birliği’nin yapısal birçok sorununa rağmen son on yılda ihracatımızdaki artışta katalizör etkisi yaptığını görüyoruz. Söylediğim üzere Avrupa bizim için önemli bir pazar. Kıta Avrupa’sı tüm problemlere rağmen bizim için önemli bir pazar olmaya devam edecek gibi gözüküyor. Gelin önce AB’nin yapısal ve cari sorunlarına bir bakalım.
1- Yaşlanan Nüfus
Bana sorarsanız Kıta Avrupası’nın en önemli sorunlarının başında düşük doğum oranları ve yaşlanan nüfus geliyor. Nüfus ülkelerin ekonomisi ve gelişebilmesi için en önemli faktörlerden biri. Avrupa’da uzun yıllar çocuk sahibi olmak teşvik edilmeye çalışılsa da görünen o ki bu konuda mesafe alınamadı. Avrupa bu açığı nitelikli işgücünün ülkesine çekmeye çalışarak kapatmaya çalışıyor. Tabi bir yandan da düzenseniz göçü önlemeye çalışıyor. Bir de Avrupa’da aşırı sağın yükselişini göz önünde bulundurursak bu problem kısa sürece çözülemeyecek gibi gözüküyor.
2- Bürokrasi
Avrupa Birliği için yapılan diğer bir eleştiriyse ağır bürokrasi. Gerek üye ülkelerin gerekse AB içindeki bürokrasi, karar alma hızlarında ABD ve Çin gibi ülkelere göre yavaş işliyor. Bazı uzmanlar bu durumun karar alma süreçlerindeki kaliteyi artırdığını düşünse de çoğunluk bunun gerektiğinden fazla zaman kaybı yarattığını düşünüyor.
3- Enerji bağımlılığı
AB için enerji stratejik bir konu. AB enerji tüketimi açısından yoğun bir bölge olup yeterli enerji kaynaklarına sahip olmaması enerji ihtiyacını karşılamak için petrol ve gaz olmak üzere dışa bağımlı hale getiriyor. AB’nin enerjide dışa bağımlılığıysa birliğin ekonomisi, güvenliği ve dış politikasında önemli bir etkiye sahip olmasına neden oluyor. 2014 yılında kadar bu durum sorun olarak gözükmezken; Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve son olarak Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası birliğin enerjide dışa bağımlılığı büyük bir sorun hale geldi. Yaşanan bu savaş AB’de fiyat artışlarına, arz kesintilerine karşı savunmasız hale getirdi ve üretim maliyetlerinin artmasına neden oldu. Rusya-Ukrayna Savaşı öncesinde AB’nin doğal gaz ithalatının yaklaşık yarısı ve petrol ithalatının yaklaşık yüzde 29’unu Rusya’dan sağlamaktaydı.
4- Güvenlik
II. Dünya Savaşı sonrası başta Almanya olmak üzere pek çok ülke özellikle ABD’nin güvenlik şemsiyesi altına girdi ve savunma konularında büyük harcamalar yapmadılar. Lakin Obama dönemiyle başlayan ve Trump döneminde artan şekilde devam eden görüş ayrılıkları AB ile ABD arasında güvenlik sorunlarına neden oldu. ABD Başkan Adayı Trump’ın NATO’yu artık ABD için bir yük olarak gördüğü ve beşinci maddeden rahatsız olduğu ortada. Trump NATO ülkelerinin GSYİH’larının yüzde 2’sinden fazlasını savunma harcamalarına ayırmalarını istiyor. ABD’li bazı yetkililerin ve Trump’ın açıklamaları böylesine bir dönemde Avrupalı tüm liderlerde kaygı uyandırıyor. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Macron, NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini ve AB’nin kendi savunması için ordusunu kurması fikrini ortaya attı. Macron Avrupa ülkelerinin NATO’yu savunmak için artık ABD’ye güvenemeyeceğini belirterek, “askeri özerkliğini” kazanması gerektiğini net bir şekilde ifade etti. AB içinde bu konu hakkında görüş ayrılıkları olsa da Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası AB’nin güvenlik zafiyeti net bir şekilde ortaya çıktı.
1- Rusya-Ukrayna savaşı
Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte, II. Dünya Savaşı sonrası ilk kez bu kadar güvenlik hassasiyeti oluştu. Avrupalı ülkelerin savunma harcamaları rekor seviyelere ulaştı. Almanya yaklaşık 100 milyar dolar savunma sanayisi yatırımı yaptı. Önceki senelerde “çiçek-böcek haberleri” yapılan İskandinav ve Baltık ülkelerinde zorunlu askerlik, kadınlar için gönüllü askerlik gibi haberler yapılmaya başlandı. Gördüğümüz üzere Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Avrupalı ülkeler üzerinde siyasi, ekonomik, güvenlik ve hatta psikolojik etkileri oldu.
2- AB içinde liderlik yarışı
Rusya-Ukrayna savaşı sonrası Almanya ve Fransa arasında görüş ayrılıkları ve son zamanlarda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un çıkışları iki ülke arasındaki tarihsel rekabeti tekrar gündeme getirdi. Hâlbuki 22 Ocak 1963’te imzalanan Elysee Antlaşmasıyla iki ülke arasında yaşanan ezeli rekabet yerini iş birliğine bırakmış ve iki ülke dış politika, savunma ve bölge politikalarında iş birliğini hedeflemişti. Elysee Antlaşmasının 61. yıl dönümündeyse Fransa ve Almanya müttefiklikten daha çok görüş ayrılıklarıyla ve AB liderliğine oynayan iki ülke konumunda. Birliğin iki en önemli gücü olan Almanya ve Fransa arasında güvenlik politikaları, enerji politikaları, Ukrayna’ya destek, Çin’le olan ilişkiler gibi konular üzerinde görüş ayrılıkları var.
3- ABD ve Çin ile arasında oluşan teknoloji açığı
Gözüken o ki Avrupa Birliği Rekabet gücünü kaybediyor. Teknolojik gelişmede ABD ve Çin’e kıyasla geride kalıyor. Tabi bu durumun ekonomik sonuçları da oluyor. Son yıllarda AB ekonomisinde görünen yavaşlamanın bir nedeni de bu gösteriliyor. Büyüme oranlarında da bu yavaşlama hissediliyor.
4- Rekabet gücünü kaybetmesi
ABD ve Çin ile arasında oluşan teknoloji açığının üzerine Rusya- Ukrayna Savaşı sonrası enerji maliyetlerindeki artış, yeşil dönüşüm süreçlerinin maliyetleri ve sanayideki dönüşümü takip edememesi Avrupalı ülkelerin rekabet gücünün azalmasına neden oldu. Avrupalı dünyaca ünlü markalar Avrupa’da ki üretimlerini kapatma kararı aldı.
5- Ekonomik yavaşlama
AB 2019’dan bu yana COVID-19 pandemisi, sancılı Brexit süreci, Rusya-Ukrayna savaşı, enerji krizi, yüksek enflasyon ve şiddetli protestoları yaşadı. Sonuç olarak da yüksek seyreden enflasyon, artan faiz oranları, düşen yatırımlar, konvansiyonel ve ticaret savaşlarının ticarette ortaya çıkardığı aksamalar Avrupa ekonomisini çok keskin biçimde yavaşlattı.
6- Aşırı sağın yükselişi
Avrupa’da aşırı sağ partilerin yükselişi tüm dünyada dikkat çeken ve bir yönüyle de endişeye sevk eden bir süreç. Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda gibi pek çok AB ülkesinde aşırı sağcı partiler oy oranlarını önemli ölçüde artırdı. Artan göç, ekonomik belirsizlikler, kendi topraklarında azınlık kalma riski, ulusal kimlik vurgusu, aşırı sağın yükselişini etkileyen önemli unsurlar oldu.
Mario Draghi İtalya Başbakanlığı ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanlığı’nı yürütmüş saygın bir ekonomist ve siyasetçi. Yaklaşık bir yıl önce AB Komisyon Başkanı Leyen, Draghi’den Avrupa ekonomisinin mevcut küresel gelişmeler karşısında nasıl rekabet kazanabileceği konusunda bir rapor istedi.
Aslında hikâye 2000 yılların başından başlıyor. 2000 yılından bu yana ABD ekonomisi Avrupa’dan iki kat fazla büyümüş ki Çin’in büyümesi çok daha fazla. Avrupa bir yönüyle şapkasını önüne koyup bu zamana kadar neleri yanlış yaptıklarını, neleri yapması gerektiğini, hangi politikaları izlerse ABD ve Çin gibi rakipleriyle arasındaki farkı kapatabileceklerinin cevaplarını arıyor. İstenilen bu raporda Avrupa ekonomisinin fotoğrafının çekilmesi isteniyor. Draghi hazırladığı bu raporu Eylül ayında AB Komisyon Başkanı Leyen’e sundu.
Hazırlanan rapor gerek Avrupa’da gerekse dünya kamuoyunda geniş yankı buldu ve bu rapor Draghi Rapor’u olarak adlandırıldı. Draghi, bu raporda mealen Avrupa’nın yavaş büyüdüğünü, rakiplerinin gerisinde kaldığını, verimlilik sorunlarının olduğunu, nüfus artış hızının ve yaşlanan nüfusun Avrupa için sorun olduğunu belirtiyor. Hatta 2050 yılına gelindiğinde yılda iki milyon istihdam kaybının yaşanacağının altını çiziyor.
Raporda küresel ticaretin dönüştüğü, Çin’in eskisi gibi ucuz ve düşük teknolojili mal üreten bir ülke olmadığını ve artık Batılı şirketler kalitesinde ürünler ürettiğine dikkat çekiyor. Hatta Avrupa’nın artık orta teknolojide ürünler üreten bir kıta olduğunu ve teknoloji üretmediğini vurguluyor.
Dünyanın en büyük elli teknoloji şirketinin içinde sadece dört Avrupalı şirketin olduğunu ve ilk onda hiçbir Avrupalı şirketin olmadığını söylüyor. Son elli yılda yeni kurulmuş 100 milyar dolar seviyesini aşmış Avrupalı bir start-up’ın bulunmadığını belirtiyor. En güçlü oldukları otomotiv sektöründe yüz yıllık firmalarının olmasına rağmen artık bu şirketlerin dünyanın en büyükleri arasında olmadığını ve Avrupa’nın teknolojik gelişimde geri kaldığına vurgu yapıyor.
Raporda benim en çok dikkatimi çeken tespitlerden biri “AB’nin rekabet gücü ve yatırım açığı’’ vurgusuydu. Draghi raporunda Avrupa’nın büyümeye ihtiyacının olduğunu ve yıllık yaklaşık 800 milyar Euro’luk yatırım açığının kapatılması gerektiğini vurguluyor. Bunu yaparken yatırımların çeşitlendirilmesi yani farklı alanlara yatırım yapması gerektiğini söylüyor. Bunları yaparken ekonomisini karbondan arındırmasını ve dijital dönüşümü de yapması gerektiğinin altını çiziyor. Sanayinin desteklenmesi gerektiğinin önemle altını çiziyor. AB üyesi ülkelerin bireysel olarak bunu yapmasının ötesinde AB’nin de bir arada hareket etmesi gerektiğini vurguluyor. Belirli stratejik sektörlere birlikte odaklanmak gerektiğini belirtiyor.
Aynı şekilde Ar-Ge konusunda da dağınık değil kollektif bir bakış açısını geliştirmek gerektiğini söylüyor. Ar-Ge’ye daha fazla yatırımın yapılması gerektiğini ve inovasyon kültürünün tekrar canlandırılması gerektiği belirtiyor. Sadece bunun da yetmeyeceğini, Avrupa’nın katı bürokrasisinin de dönüştürmesi gerektiğinin önemine vurgu yapıyor. Bürokrasinin üretim ve inovasyona zarar verdiğini söylüyor. Üretim, yatırım, teşvik ve kredi gibi birçok konuda izinlerin çıkmasının zaman aldığını ve bu nedenlerden dolayı başarılı olan teknoloji start-up firmalarının bir kısmının Avrupa’yı terk ettiğine dikkat çekiyor.
Bu durumun Avrupa eğitim sisteminin yeterli olduğunu ama bürokratik yavaşlıktan dolayı start-up’ların Avrupa dışına kaçtığını vurguluyor. AB içinde bir mevzuatın hazırlanmasının yaklaşık 19 ayı bulduğundan bahsediyor. Tedarik zincirinde güvenliğin artması gerektiğini özellikle çip ve iletkenler gibi teknolojik yarı mamul ve hammadde alanlarında dışa bağımlılığın azaltılması gerektiğini vurguluyor. Raporda enerjide arz güvenliğini sağlaması ve enerji tedariğini çeşitlendirmesinin önemine vurgu yapıyor.
Rusya-Ukrayna savaşının, Avrupa’nın savunma harcamaları ihtiyacını artırmasının yanında ucuz Rus petrolü tedariğini de engellediğini söylüyor. Malumunuz üretimde enerji en büyük girdilerin başında. Bu yüzden Draghi enerjinin pahalı olması sorununu mücadele edilmesi gereken önemli bir sorun olarak görüyor ve Avrupa’da elektik fiyatlarının ABD’nin üç katı, doğalgaz fiyatlarının beş katı seviyelerinde olduğuna dikkat çekiyor. Raporda dikkat çekilen diğer bir konuysa Avrupa’daki ekonomik zayıflık.
Draghi, AB’nin ABD ve Çin arasındaki teknolojik ve ekonomik rekabette de geri kalmaya başladığının altını çizdi. Geçtiğimiz dönemde ‘’yaratıcılığın’’ iki merkezinden biri olan Avrupa’nın, inovasyon ve teknolojide ABD ve Çin gibi rakiplerinin arkasında kaldığını söylüyor. Rapordaki diğer bir hususta güvenlik konusu. Avrupa’nın II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin güvenlik şemsiyesi altına girdiğini lakin şu anda Avrupa’nın bu güvenlik şemsiyesinin içinde olmadığını belirtiyor. Uzun yıllar kamu bütçesinden savunma sanayisine büyük harcamalar yapmayan Avrupa ülkelerinin artık güvenlik konusunda daha çok kaynak ayırması gerektiğini vurguluyor.
Sonuç olarak Draghi; enerji, savunma, sanayi, Ar- ge yatırımları için AB’nin yılda 800 Milyar Euro yatırım yapması gerektiğini vurguluyor ki bu toplam GSYİH’nın yaklaşık yüzde beşine tekabül ediyor. Bu yüksek seviyedeki yatırım içinde ortak bir borçlanmanın olması gerektiğini söylüyor. Özellikle Batı Avrupa’nın gelişmiş ekonomileri “ortak borçlanma’’ fikrine sıcak bakmıyor.
Başta Almanya olmak üzere bazı ülkeler ortak borçlanmanın AB’nin sorunlarını çözemeyeceğini ve Almanya’nın böyle bir yaklaşımı kabul edemeyeceğini söylediler. Gördüğünüz üzere Mario Draghi tarafından hazırlanan bu rapor Avrupa ekonomisinin sorunlarına yönelik sert ve gerçekçi tespitlerle dolu. Ancak, rapordaki tespitlerin ne şekilde karşılık bulacağını ve ne tür aksiyonların alınacağını önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz.
Yaşadığımız tüm sorunlara rağmen Avrupa sadece ihracatımız için değil sanayi, turizm, finans, lojistik gibi pek çok sektörümüz için de önemli bir bölge. Bu nedenle özellikle Avrupa pazarını yakından takip edebilmek çok önemli. Hatta bana öyle geliyor ki Avrupa’nın yaptığı iyi şeylerden ve hatalardan ders çıkartabilmek de çok değerli. Çin’in bölgemizde Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika’da artan hegemonyasının ihracatımız üzerinde nasıl etkileri oluyorsa Avrupa kıtasının problemlerinin de yakın gelecekte ihracatımız üzerinde etkileri olabilir.
Tüm eksikliklerimiz ve yoksunluklarımıza rağmen Türkiye bölgesinde önemli bir oyuncu. Önünde risklerin olduğu kadar fırsatların da olduğu aşikâr. Tekrar etmek pahasına söylemek istiyorum; Türkiye’de iş dünyası kuruluşlarının çalışması gereken çok konu var. Bizim iş dünyası STK’ları olarak küreselde yaşanan konularla ilgili derinlemesine ve genişlemesine bakarak bilgi ve kavram üretmemiz ve strateji belirlememiz ülkemiz için çok önemli. Sanayimizin, sanayideki dönüşümü, dijital dönüşümü ve yeşil dönüşümü gerçekleştirebilmesi geleceğimiz açısından kritik derecede önemli.
Bizden bu konularda daha iyi olan Avrupa ülkeleri bile bu üçlü dönüşüm üzerine böylesine çalışırken bizim yeşil dönüşüm hariç diğer konularda yol alamamamız sanayimizi bekleyen tehditlerin başında geliyor. Önümüzde verimlilik, otomasyon, dijitalleşme, rekabetçilik, ARGE gibi konularda almamız gereken uzun bir yol var. Draghi’nin hazırladığı gibi rasyonel ve akılcı raporlara ihtiyacımız var.