Amerika neden farklı? Kurucular, İngilizler, Amerikalılar

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Aynı zamanda tartışmalı bir kişilik olan Alexander Hamilton, Amerikan anayasasının yapıldığı Philadelphia Anayasa Konvansiyonu sırasında (1787) 33 yaşında genç ve parlak bir siyasetçi idi. Anayasa metnine son şeklini veren iki kalemden birisiydi. James Madison ve Thomas Jefferson ile beraber “kurucu babalar” arasında en ilginç karakterlerden birisi sayılmalı. Nitekim Amerikan devriminin klasik anlatılarında iki kutup olarak Hamilton ve Jefferson gösterilir. Devrimin –ki sadece bir bağımsızlık savaşı değil önemli bir devrimdir- aristokrasinin olmadığı, ama halkın da henüz temsile katılmadığı bir siyasi ortamda, halkı temsil ettikleri varsayılan eğitimli veya toprak sahibi centilmenler arasındaki bir forum havasında geçtiği izlenimini edinmemek güçtür. Ellis’e göre, İngiltere’de yaşasalardı kenarda köşede kalacak olan “kurucu babalar” Amerikan bağımsızlık savaşı ortamında, bir kolej havasında, birbirleriyle adeta münazara yaparak siyasi kurumları değiştirdiler. Birbirlerine ve başkalarına inanılmaz sayıda mektup yazdıklarını, başından itibaren tarihsel olayların içinde olduklarına inanarak, özellikle yaşamlarının sonlarına doğru bilinçli olarak geleceğe belge bırakmak için yarıştıklarını düşünebiliriz.

Aslında kimdi bu insanlar ve Amerikan devrimi, geçmişin gölgeleri, Puritanizm ve federalizm tartışmalarıyla, ABD devletinin geleceği ve niteliğiyle ne gibi bir alakaları vardı? Devrimin nispeten kansız geçtiğini ve evlatlarını yeme klişesine –Burr’ün Hamilton’u öldürdüğü meşum düello dışında- hiç uymadığını gözlemlersek, devrimcilikleri kolay ve risksiz miydi? Nasıl düşünüyorlardı? Federalist terimi aslında yanlış bir terim miydi? Asıl Federalistler 1787-1788 anayasa tartışmaları sırasında anti-Federalist olarak adlandırılanlar mıydı? Bu insanlar, “kurucu babalar”, Dante ve Marsilio da Padova’dan Lord Protector Oliver Cromwell’e, sonrasında anavatan İngiltere’de taşları yerine oturtan 1688 Şanlı Devrimi’ne giden yolu kültürlerinin bir parçası olarak miras almış olabilirler miydi? ABD Anayasası’ndaki Lockean ve Hobbesian nitelikler bilinçli bir tartışmanın ürünleri miydi, yoksa sonradan üstün nitelikli hukuk felsefecileri de olan Anayasa mahkemesi yargıçları tarafından böyle yorumlandıkları için mi ABD Anayasası’nı özellikle Lockean lenslerle okuyabiliyorduk? “Kurucu babalar” hayli eğitimli insanlar mıydılar, yoksa Thomas Paine gibi otodidakt gazete-broşür yazarları olarak mı görülmeliler? Amerikan devriminin hayli halkçı karakteri bir yana, kurucu iradenin kurgusu “klasik”, hatta elit bir ton taşıyor muydu? İngiltere’nin 17. Yüzyılına bir güçlü bir gönderme, hatta siyasi düşünce açısından bakarsak daha da “öncesi –ve sonrası” var mıydı?

Bu soruların hepsine aynı anda evet cevabı verilebilir. Yani manzara karışıktır. İlk olarak genel cevap evet olmalı çünkü federalist-anti federalist tartışmasına katılanların kullandıkları “Publius”, “Brutus”, “Cato”, “Agrippa” –ayrıca “Centinel”, “Federal Farmer”, “Officer of the Late Continental Army”- gibi takma isimler bile bize ilgi çekici bir momentin yaşandığını gösteriyor. İlk isim grubu yukarıda işaret ettiğimiz kültürel geleneğe ait olan kişilerin kullanabileceği türden ama ikinci grup isimler oldukça plebeian –halk tipi- bir konumlanışa işaret ediyor. Bu takma isimlerin çeşitliliği, en azından amaçları açısından ama aidiyetleri bakımından da oldukça heterojen bir gruptan bahsettiğimizi gösteriyor. Bu saptama özellikle anti federalistler için geçerli.

İkinci olarak cevap yine evet olmalı çünkü Amerikan kolonileri ilk yerleşimcilerden itibaren bir sınır kültürü toplumuydu. Geniş ve tehlikeli araziler ve toprak/işgücü oranının çok yüksek olması –yani nüfus yoğunluğunun düşüklüğü- bireyselleşme, eşitlik, yerel meclislerde orantılı temsil, miras alınan imtiyazların ve soyluluğun olmaması sosyal kontrat temelinde tasarım ürünü bir toplum sözleşmesi için uygun koşulları sağlıyordu. Kızılderililerin varlığı da tehditti. Sonuçta soykırım yapıldığı açık olmakla beraber, yüzyıllar süren bir gerilimli birlikte yaşama hali söz konusuydu ve yerleşimciler açısından da kolay bir yaşam söz konusu değildi. Başlangıç koşullarının, Avrupa’da Hobbesian “doğal durumdan” ve dini baskılardan kaçanların varlığıyla birleşince ya Hobbesian ya da Lockean bir sosyal kontrata yönlendirmesi şaşırtıcı sayılmamalıdır. Ayrıca tarih ve coğrafya kolonilere yerleşen Avrupalıları eşitlik, açıklık ve mezhepler arası denklik anlamında sekülarizme hızla yaklaştırıyordu.

Bir nokta daha vardı; katılım. Temsil ayrıdır, katılım ayrı. Tam olarak temsil edilmese de koloni halkı olayları çok yakından takip ediyor ve siyasetin gündelik hayatını ve geleceğini etkileyeceğini bilerek davranıyordu. Politika oldukça şeffaf biçimde, “kapalı kapıların dışında” yapılıyordu. Sadece bu bile bir Aydınlanma durumuna işaret ediyor çünkü (a) siyasetin toplumsal sorunları çözmek için birincil derecede önemli (b) “siyasetin her yerde” olduğu tezleri Aydınlanma tezleridir. 20. Yüzyılda oy verme hakkının tüm erkeklere genişlemesiyle halkın mobilize edilmesi, kitleleri sürükleyecek büyük anlatılar, Bolşevizm ve faşizm gibi yeni tipte örgütlenme ve ideolojiler öncesinde Amerikan devrimine katılım olabilecek en yüksek düzeyde sayılmalıdır. Elbette Bolşevizmi ve faşizmi öz olarak aynı yere koymuyoruz; sadece kitleleri mobilize etme güçlerinden bahsediyoruz.

Amerikan koloni halkı sadece isyan etmiyor veya sadece bir bağımsızlık savaşına katılmakla yetinmiyordu. Anayasa yapma sürecinden yeni rejimin niteliğine, vergi yasalarından yerel yönetimlerin haklarına, ordunun devletteki konumundan mahkemelerin yapısına hemen her konuda yazılı basını okuyarak “kapalı kapıların” dışına çıkıyor, siyasetin ‘seyircileriyle aktörleri’ birbirine karışıyordu. Ancak bu birdenbire olmadı. Koloni halkı farklı bir ülkeden – hatta İngiltere’den 150 yıl sonra daha radikal bir devrim yapacak olan Fransa’dan bile- gelmiş olsaydı, muhtemelen olaylar böyle gelişmeyecekti. Devrim tiyatrosu çok daha farklı –ve muhtemelen kanlı- biçimde seyredebilirdi.

Dolayısıyla üçüncü bir konu var; başka bir izlek mümkün ve bu izlek tarihi bir patikaya işaret ediyor. Pennsylvania, Massachusetts ve Virginia ile ana vatan İngiltere arasında daha 1640’larda mevcut olan çift yönlü bir etkileşim söz konusu. Massachusetts, Cromwell’e 1641 yılında Reverend (Rahip) Peter Hugh’u göndermişti. Model Puritan İngiltere ordusunun, “Model Ordu”, rahibi olan Peter Hugh, Cromwell zaferi kazandıktan sonra hukukta reform amacıyla kurulan Matthew Hale başkanlığındaki komisyonun üyelerinden birisiydi. Üstelik en etkili iki hukuk broşürünü –İngiltere’de etkili- yazan isim idi. Quaker mezhebi mensupları da İngiltere’de reform hareketine doğrudan katılmışlardı. Cromwell savaşı kazanana kadar İngiliz hukukunda yapılabilen en önemli reformlar Star Chamber’in ve High Commission’un lağvedilmelerinden ibaretti. Dolayısıyla asıl hukuki reform iç savaştan sonra gündeme gelebildi. Bu reformda kolonilerden İngiltere’ye Cromwell devrimine katılmaya gidenlerin sanılandan fazla payı vardır. Tersinden bakınca Cromwell sonrası Amerikan kolonilerinin adeta takıntılı biçimde giriştikleri hukuki değişimlerde de İngiltere’den göç edenlerin katkısı vardı. En dar patika, İngiltere’yi ve kolonileri bağlayan izlek budur. Elitin okudukları ve düşündükleri çok önemlidir; ancak zaten ‘devrimci İngiltere’yle’ pratikte bir bağ kurulmuştu.

İlişki iki yönlü işliyordu. Amerikan kolonilerinin İngiltere’de olanlardan etkilenmemeleri imkânsızdı. Elbette ki hem Cromwell Devrimi, hem 1660 Restorasyonu, hem de 1688 Şanlı Devrimi kolonilere yansıdı. Siyasetin hukuk ve hukuk felsefesi üzerinden teorileştirildiği yüzyıllardan sonra, Magna Carta’nın mirasçıları olduklarını düşünerek hukuka – özellikle ceza hukukuna- düşkün olan koloni halkı hem bu alandaki değişimleri hem de siyaset felsefesinde Hobbes ile başlayan devrimci adımları izlemekten geri kalmadı. O kadar ki eyaletler anayasa adını verdikleri temel metinler yarattılar; örneğin John Locke’un Carolina anayasasına büyük katkısının olduğu düşünülüyor. Farklı sürümleri olan bu metinin 21 Temmuz 1669 tarihli resmen kabul edilmiş şekli yazılırken Locke Carolina Lord Proprietor’u Anthony Ashley Cooper’a –sonradan First Earl of Shaftesbury; yani çocuklarına miras kalacak gerçek aristokratik soylulukla da ödüllendirilmiş- sekreterlik yapıyordu.

Tüm yazılarını göster