“Amele öğretmenlik” uygulaması sona ermelidir

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Bir araştırma

Ünlü araştırma Şirketi Gallup’un bu ay yayımladığı bir araştırma ilgimi çekti; paylaşmak istedim.  Bu araştırma ABD’de yapılmış. Yaşanan bezginlik/tükenmişlik (Burnout) açısından çalışanları incelemişler. “Her zaman” veya “Çok sık” bezginlik/tükenmişlik yaşadığını ifade edenlerin çalıştıkları sektörler ve yüzdeleri şöyle:

K12 Eğitim Kurumları: 44; Üniversiteler: 35; Profesyonel Servisler: 33 Resmi kurumlar: 33;  Perakende: 32; Sağlık: 31; Hukuk: 31; Eğlence 29; İmalat: 28; Teknoloji: 25; Kamu hizmetleri (Utilities): 25; İnşaat: 22; Sosyal hizmetler: 22; Finans: 21

Görüldüğü gibi tükenmişlik oranının en yüksek olduğu çalışanlar, K12 Eğitim kurumlarında (Okul öncesi, ilk öğretim ve orta öğretim) görev yapanlar çıkmış. Bu kurumlarda da en yüksek oran, %52 ile öğretmenlere ait. Bu nedenle öğretmenler konusuna odaklanacağım.

Tükenmişlik olgusunu yaşamak konusunda öğretmenlerde cinsiyetler arasında da fark var; bu oran kadınlarda %55, erkeklerde %44. Başka bir deyişle, kadın öğretmeler erkeklere göre daha fazla bezginlik yaşıyormuş.  Oran, deneyime göre de değişiklik gösteriyormuş. Meslekte yeni olan öğretmenlerde, deneyimlilere göre daha fazla tükenmişlik olgusu görülüyormuş.

Yaşanan salgın tükenmişlik /bezginlik olgusunu artırmış. Okulların açılıp kapanması, velilerin kaygıları; öğrencilerin sosyal, akademik ve zihinsel sağlık sorunları öğretmenlerde bezginliği artırıcı etmen olmuş.

Elimde Türkiye ile ilgili bir araştırma yok. Ancak eğer böyle bir araştırma yapılırsa bunda da en ön sırada öğretmenliğin çıkacağından eminim.  Neden mi?

Öğretmenlik mesleği

Öğretmenlik, yorucu ve zor bir meslektir. Anne ve babalar bile bazen kendi çocukları ile başa çıkamazlar, zorlanırlar. Öğretmen işte bu çocuklardan birkaç düzinesiyle dolu bir sınıfta yalnız başınadır. Öğretmen, bu sevimli haylazlara bir şeyler öğretmeye çalışır. Öğretmek istediği kesim, küçük sınıflarda gözü oyunda olan çocuklardır. İleriki sınıflardaki kesim ise aklı karşı cinsten başka bir yerde pek olmayan ergenliğe adımını atmış veya atmak üzere olan deli-kanlılar. Bir de şimdi öğrencilerin elinde onları baştan çıkarmaya hazır akıllı telefonlar var. Mesleğini ciddiye alan bir öğretmen için böyle bir ortam, tek başına bir bezdirme faktörüdür

Öğretmenin karşısında bir de her şeyi bilen(!) bir veli grubu olur. Eskiden öğretmene çocuğunu “Eti senin, kemiği benim” diye teslim eden veli grubu yerine, şimdi “Bizim çocuk zeki ama öğretmen çalıştıramıyor” diyen bir veli grubu. Bir de okul özelse öğretmenin karşısında verdiği okul ücreti ile öğretmenleri de satın aldığını sanan azgın bir “Müşteri” grubu.

Çoğu kez yönetim de öğretmeninin yanında değildir.  Hele ki okul özel okul ise, yöneticiler için birinci öncelik müşteri memnuniyetidir. “Yeter ki veli memnun olsun, öğretmen nasılsa bulunur” anlayışı ile hareket eden bir yönetim anlayışı egemendir.

Bütün faktörleri göz önüne alınca öğretmen tabi ki bezer, tükenir dersiniz. Öte yandan devlet okullarında “Ücretli” olarak çalışan grup için durum daha da bir tüketicidir. Onun için bu kesimi ayrı incelemek gerekir.

Aynı iş, üç farklı statü

Devlet okullarında şimdi üç tip öğretmen varmış: Kadrolu, sözleşmeli ve ücretli. Milli Eğitim Bakanı, 7 Ekim 2021 tarihi itibarıyla akanlığa bağlı resmi kurumlarda görev yapan kadrolu öğretmen sayısının 774 bin 536, sözleşmeli öğretmen sayısının 114.001 olduğunu açıklamış. Türk Eğitim-Sen’in Türkiye genelinde yaptığı araştırmaya göre, 2021-2022 eğitim-öğretim yılında ücretli öğretmen sayısı 85 bin 513’e ulaşmış. Ve yıllar itibarı ile bu sayı artıyormuş. Peki bu öğretmenlerin kadrolulardan ne farkı var?

Sözleşmeli öğretmenlerin maaşları kadrolu öğretmen maaşı ile aynı; ancak diğer haklar açısından farklılıklar var. Ancak 20. Milli Eğitim Şurası’nda kadrolu öğretmen ve sözleşmeli öğretmen arasındaki farkların kaldırılacağı söylenmiş. Ama ne olacağı belli olmaz, 3600 gösterge gibi yılan hikayesine dönebilir. 

Öğretmenlerin imamlardan ve polislerden bile daha az maaş aldığı bir Türkiye’de ücretli öğretmenler ise tam anlamıyla amele statüsündedir. Örneğin, ders programında haftada 35 saat ders olsa da ücretli bir öğretmene sadece 30 saatinin parası ödeniyormuş. Haftada 30 saat çalışmış bir ücretli öğretmenin aldığı ücret ise 3.500 TL civarında imiş. Başka bir deyişle bu ücret, asgari ücretin (4.253 TL) bile altında. Konuştuğum ücretli öğretmenlerden şunu dinledim: “Resmi tatillerin hafta içine rastlamasını hiç istemiyoruz. Çünkü ders yapamadığımız için alacağımız para eksiliyor. Buna karşılık bizden kadrolu öğretmenin yaptığı her işi yapmamız isteniyor. Örneğin, resmi törenlerde okullarda olmamız gerekiyor, ama ücret alamıyoruz.” Okul tatile girince ise hiçbir ödeme yapılmıyormuş.  Sosyal güvenlik ödemeleri de çalıştıkları aylarda 15 gün için ödeniyormuş. Okul tatile girdiğinde o da yokmuş. Bu grup öğretmenler adeta günlükle çalışan işçi, amele gibiler. Amele dedim ama, öğretmenlerin durumu ameleden de kötü. Bugün kırsal alandaki bir amelenin günlük ücreti 300 TL . Haftada beş gün çalışan işçinin aylık geliri 6000TL.  Öğretmenin ise 3500 TL civarında olduğunu belirtmiştik.

Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin iş güvencesi de yok. Bir öğretim dönemi için işe alınıyorlar. Gelecek dönem işe alınırlar mı belli değil. Yıllardır ücretli öğretmen olarak çalışan ama kadroya alınmayanlar var. Bunun getirdiği stresi ve sıkıntıyı düşünün. İnsanın aklına şu gelebilir: “Ülkede özgürlük var. Kimse onları zorla çalıştırmıyor. Bu ücrete çalışıyorlarsa bu onların sorunu”.  İşte burada öğretmenlik mesleğinin özel durumu ortaya çıkıyor. Öğretmenlik bir tutkudur, hastalıklı bir aşk gibidir. Bir kere tutuldum mu vazgeçemezsiniz; sanatçıların sahne tozu gibi, tebeşir tozunu yuttuğunuzda iflah olmazsınız. Koşullar ne olursa olsun tutkunuzun peşinden gidersiniz. Örneğin, bu yazıyı hazırlarken konuştuğum ücretli öğretmenlerde bu tutkuyu gördüm. Ama el insaf; meslek sevilerek yapılıyor diye çalışanları da sömürmemek gerekir.

Sonuç

Öğretmenlik dünyanın her yerinde zor bir meslek. Ama ülkemizde daha bir zor ve bezdiricidir

Dış borç, enflasyon, cari açık ve benzeri sorunların hepsi çözülür. Yeter ki, sağlam bir insan kaynağı sermayeniz olsun. Ancak geleceğimizi, en değerli varlığımız çocuklarımızı,  beşte biri geleceğinden endişeli öğretmenlere teslim ediyoruz. Gelecek nesilleri iyi yetiştiremezseniz, ülkenin geleceğinden söz edilemez. Büyüyoruz, uçuyoruz derken, dünya kötü; başka uluslar sizi “Uçtu, uçtu, kuş uçtu” deyip başka uzaylara uçururlar. Bu güzelim topraklarda amele gibi başkalarına çalışırsınız.

İnsan kaynağı yönetimi açısından öngörülemeyen öğretmen açıklarını gidermek için kadrolu olmayan öğretmen çalıştırılabilir. Ama bunu hakkıyla yaparsınız: Birincisi, kadro açıklarını kapatmak için düzenli bir uygulamaya dönüştürmezsiniz. İkincisi,  kadrolularla aynı işi yapan bu kişileri asgari ücret altında bir ücretle, köle düzeninde, “Amele” gibi çalıştırmazsınız. Ama şimdiki uygulama bu. Çok yazık; bu ülkenin öğretmenine, bu ülkenin çocuklarına, bu ülkenin geleceğine bu kadar mı değer veriyoruz?

Tüm yazılarını göster