Son dönemde, ve özellikle de KKM enstrumanının devreye sokulmasından sonra döviz kurunda göreceli bir durağanlık söz konusu. Son 3 ayda dolar kurundaki artış sadece yüzde 6 civarında. Sadece diyorum çünkü öncesinde çok yüksek oranlı artışlar görmüştük. Öte yandan, bu son 3 aydaki kümülatif TÜFE enflasyonu ise yüzde 23. Kısaca TL Reel Efektif Döviz Kuru hesaplamasına göre son 3 ayda hızlı bir şekilde değer kazanıyor. Her ne kadar şu anki 54 değeri 2011’de tepe yapan 125’in çok altında ise de, o günkü değerlerin de TL’yi aşırı değerli bir hale getirip cari açık patlamasına yol açmış olduğunu unutmayalım. Bizim için ihracatta ivmelenme yaratan değerin 60’lar civarı olduğunu görüyoruz. (Bir başka ifadeyle de Türkiye ekonomisinin denge değeri bu seviyelerde.) Bu artan bir numaralı risk: TL’nin hızlı bir şekilde değer kazanmasıyla ekonominin rekabetçiliğini kaybetmesi.
Martta enflasyon hız kesmedi ve hızlı bir şekilde 60 seviyesini aşarak yüzde 61,1 oldu. Yukarıda da belirttiğim gibi son dönemde döviz kurunda bir sükunet olmasına rağmen enflasyonun artmaya devam etmesi enflasyonun kendi kendini besleyen bir sarmalın içine girmekte olduğunu gösteriyor. Bu özellikle enflasyon seviyesi yüzde 20’lerin üzerine çıkan, ve aynı zamanda ekonominin aktörlerini ikna edici bir dezenflasyonist program uygulamayan tüm ekonomilerde böyle olmuştur. Arjantin bugünlerde iyi bir örnek, ama biz de geriye 80’li ve 90’lı yıllarda ekonomimize bakarsak aynı durumu görürüz. Enflasyonun artık günlük hayatta bariz bir şekilde hissedilir seviyelere gelmesi ile birlikte çoğu hanehalkı yarın fiyatların daha da yüksek olacağı beklentisi ile tüketimi öne çekebiliyor. Bir süre sonra ücretleri endeksleme ihtiyacı da ortaya çıkıyor. (Özellikle siyasetin “reel politik”i açısından bakıldığında zaten kronik olarak yüksek işsizliğin olduğu bir ekonomide ücretler ancak bir yere kadar baskılanabilir.) Üreticiler ve aracılar ise yarın kurun ve enflasyonun ne olacağını bilemedikleri için bu risk payını da fiyatların içine koyarak nihai fiyatların ve dolayısıyla da enflasyonun olması gerektiğinden yükseğe çıkmasına sebep oluyorlar. Özetle, ikinci artan risk enflasyonun kendi kendini beslemeye başlaması.
KKM dövize endeksli bir mevduat şekli. Esasen, dövize yatırımı tercih eden mevduat sahiplerinin Devletin onlara sunduğu bedava opsiyon sayesinde (döviz kuru artmadığı oranda yıllık yüzde 17’e kadar TL faiz elde etme imkanı) tercih ettikleri bir mevduat. Bir başka ifadeyle bu mevduat sahipleri bu imkandan yararlanmayı bıraktıkları gün dövize dönecekler. Sn. Nebati’nin açıklamasına göre ise KKM’nin toplamı 700 milyara ulaşmış. 50 milyar dolarlık bir meblağdan bahsediyoruz. Bu mevduatları TL olarak görmek doğru değil. Mevduat kompozisyonunda bu düzeltmeyi yaparsak dolarizasyonun yüzde 70’in üzerine çıkmış olduğu görülüyor. Çarkların dönmesi için KKM’lerin artarak devam etmesi gerekiyor. Üçüncü risk bu devamlılığın kırılması durumunda oluşabilecek rezerv yetersizliği.
Haftabaşında yayınlanan dış ticaret rakamları ise ticaret açığının hızlı bir şekilde artmaya devam ettiğini gösteriyor. İlk 3 ay sonundaki açık ise şimdiden 26.4 milyar dolara ulaşmış durumda. Belki bu rakamı 4 ile çarpıp bu sene 100 milyar doların üzerinde açık olacak demek pek doğru değil ama enerji ve emtia fiyatlarının yılın geri kalanında gerilememesi böyle bir ihtimali ortaya çıkarabilir. Enerji ithalatının geçen seneye göre yüzde 188 gibi çok yüksek bir oranda artmış olması ürkütücü. Özellikle aynı dönemde Dünya petrol fiyatlarının sadece yüzde 60, doğalgaz fiyatlarının ise yüzde 120 artmış olması, bizim faturamızın neden bu kadar çok arttığı sorusunu gündeme getiriyor. Evet geçen seneye göre petrol ve doğalgaz ithalatımız miktar olarak da arttı (ilk ay verilerine göre sırasıyla yüzde 44 ve yüzde 10), ancak bu bile bu artışı açıklamıyor, ki Türkiye’nin normal şartlarda bu ürünleri spot fiyatların altında tedarik edebilmesi gerekiyor. Kısaca dördüncü risk dış ticaret açığı riski.
Son risk konusu ise kamu bütçesi ve kamunun borçlanma gereğinde ortaya çıkabilecek artış. Her ne kadar 3. ay bütçe rakamları yayınlanmadıysa da, ilk 2 ay bütçe beklentilerin üzerinde bir performans göstererek 100 milyar TL fazla verdi. Ancak 3. ay üretim rakamları bir yavaşlamaya işaret ediyor. Aynı zamanda fiyat artışlarını kısıtlamaya yönelik olarak KDV indirimleri de devreye sokulmuş durumda. Bu da gelirleri azaltıcı bir durum. Bir de tabii KKM’den gelme ihtimali olan (ama miktarının bilinemediği) bir finansman yükü söz konusu. İlk ödemeler sonucunda ortaya çıkan yük şimdilik 14 milyar TL kadar. Ama ileride ne kadar olabileceği bir bilinmezlik taşıyor. Bütçe açığının beklentilerin üzerinde artması ve ekonominin bir ikiz açık durumuna sürüklenmesi de beşinci ve son risk!