Korona krizinden beri Hükümet, TCMB, Hazine ve BDDK’nın neredeyse gün aşırı yeni kararlar ve önlemler aldığına şahit oluyoruz. Öyle ki bu önlemleri kısa bir yazıda özetlemeye bile imkan yok. Gene de en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: Pek çok vergi ertelendi. Kısa çalışma ödeneği devreye sokuldu. Asgari ücret ve emekli maaşlarında iyileştirmeler yapıldı. Gerek ticari, gerekse de tüketici kredileri ile ilgili olarak ödeme ertelemesi, KGF artışı ve kamu bankaları kanalıyla da yeni kredi paketlerinin oluşturulması sağlandı. Bankaların TGA karşılıkları konusunda esneklikler getirildi.
MB ise en sonuncusu dün olmak üzere (TL üzerindeki baskıya rağmen) agresif faiz indirimlerine devam etti. (Bu son indirimin gerekçelerini çok sağlam bulmuyorum. İhracattaki düşüş ve sıfır turizm geliri bizi özellikle cari açık noktasında zorlayabilir. Bu kararın gerisinde mutlaka uluslararası kuruluşlarla bir swap ve/veya borç anlaşması gündemde olmalı.) Erken kâr dağıtımı ile piyasaya kaynak sağladı. Şimdi de tahvil alımlarını bilançosunun yüzde 10’una çıkartarak piyasaya yeni bir likidite sağlıyor. Alımlar gerek piyasa, gerekse de İşsizlik Sigortası Fonu’nun elindeki tahviller üzerinden yapılmakta. (İşsizlik Fonu’nun nakit ihtiyacı kısa çalışma ödeneği ve işsizlik sigortası ödemeleri nedeniyle artıyor.) MB reeskont kredisi şartlarını da gevşetti ve kullandırılacak kredi miktarını artırdı. Yurtdışı swap işlemlerini kısarak bankaların kendisiyle swap yapmasını artırmak suretiyle döviz rezervlerini de artırmaya çalışıyor.
BBDK ise kredi karşılıkları konusunda esneklikler getirdi. Kredilerin yakın izleme ve takibe atılma sürelerini uzattı. Sermaye yeterlilik hesaplamasında yılbaşı kurunun uygulanması ve Eurobond’lara uygulanan risk ağırlığının sıfıra çekilmesi gibi tedbirler de en azından hesaplamalarda bankaların sermaye yeterliliklerinin düşmemesini sağlayacak. (Ancak bu gerçek risklerin bertaraf olduğu anlamına da gelmiyor tabi.)
BDDK tarafından bu hafta başında getirilen bir başka kural da “aktif rasyosu”. Bu rasyonun amacı bugüne kadar kamu bankalarına göre daha inaktif gözüken özel bankaları da kredi vermeye ve devlet tahvili yatırımı yapmaya (zorlamak demeyelim ama) kanalize etmek. (Şubat sonundan beri kamu bankalarının TL kredileri 59 milyar TL olurken, bu artış özel-yabancı toplamında sadece 15.5 milyar oldu.) Ancak bu kuralın çok iyi kurgulandığından emin değilim. Verilen kredinin aynı anda mevduatı da artırdığı düşünülürse bu durum rasyoyu pek artırmayacaktır. (Halihazırda özel bankaların minimum yüzde 100 olması gereken rasyonun altında kaldıkları hesaplanıyor.) Halbuki özel bankaların bir kısım mevduatı banka bonolarına kaydırması rasyoları tutturmalarını sağlayabilir. (Bu da otoriteler tarafından pek istenen bir şey değil herhalde.)
Bu kadar kesif bir sıklıkta tedbirler alınması Hükümet yetkililerinin soruna gereken ehemmiyeti verdiğini göstermesi açısından olumlu. Ancak eleştirilecek yanları da yok değil. Mesela, bugünlerde bankaların bilanço yönetimi ve uyum birimlerinin işi oldukça zor. Son aylarda banka bilançolarını ilgilendiren o kadar çok karar alındı ki, getirilen kural ve kısıtlamalara uygun ve her bankanın kendi risk-getiri profiline göre ideal bir bilanço kompozisyonu hesaplaması da iyice zorlaştı diye düşünüyorum. Bu ve bunun gibi bu kadar çok mikro ayar ve bunların getirdiği kompleksite bir noktadan sonra şeffaflığı ortadan kaldırabileceği gibi bazı konularda istenilen etkilerin tersi sonuçlar bile doğurabilir.
Ayrıca, açıklanan tedbirlerde bir ucu açıklık söz konusu. Her ne kadar bugüne kadar açıklanan paketler (özellikle gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında) oldukça mütevazi sayılsa bile, şimdiden bütçedeki tahribatı ortada. Tasarrufları düşük bir ekonomi olarak (kendi başına) yapacaklarımız zaten sınırlı. Buna rağmen açıklanan programların (aceleye getirilmiş izlenimi vermeden) daha etraflıca planlanması, sınırlarının ve büyüklüklerinin daha iyi çizilmesi ve uygulama süreçlerine de belirli bir takvim getirilmesi programların genel kredibilitesini artırırken risk algısını da azaltacaktır.