Depremin yapı ve yaşam arasındaki etkileşiminin fiziksel bileşenlerinden, işlevlerinden ve algılanış biçimden türeyen kültürü bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor.
Hepimizin bildiği gerçeklik, ülkemizin deprem üreten bir coğrafyada yer aldığıdır. Depremler, ülkemize büyük bedeller ödeten gerçekliğimiz. Uzak ve yakın geçmişte yüzleştiğimiz deprem gerçekliği karşısında “bakış açılarımızı” sağlam bir zemine oturtmamız en ivedi sorunlarımızdan biri. Ülkemizin, özellikle de nüfusun beşte birini barındıran İstanbul için bir “beka” sorunu.
Taban izolasyonu tekniği
Kurosawa İnşaat ve Sumitomo İnşaat firmalarıyla işbirlikleri yapan ve ortaklıklar kuran , prekast yapı elemanlarında “squrim” ve “taban izolasyonu” tekniklerini ülkemize getiren Alacalı Grubu’nun yönetim kurulu başkanı Alı Karahan’a soruyorum: Birincisi, deprem konusuna Türkiye’deki bakış açısı ile Japonya’daki bakış açılarında farklar nelerdir? İkincisi, “taban izolasyonu” ve diğer teknikler depremde binaya ne gibi değerler katıyor?
Karahan, önce firmanın kazandığı deneyim ve birikimlerini özetliyor: “Firmamız 1987 yılında kuruldu. Bugüne kadar 12 milyon m2 yapı üretti. Trakya’daki yapıların dörtte birini biz yaptık. Büyük yıkıma neden olan 1999 depreminden sonra Japonya’ya gittik, orada yapılanları gözlemledik. Sonra Kurosawa ile ortaklık kurduk. C 60-70-80 beton kullanıyoruz. Yapı elemanlarımızın 300 yıl dayanabileceğini iddia ediyoruz. Ülkenin değişik yerlerinde yaptığımız yapılar referansımızdır.” Sonra, yaşamımıza yön veren temel gidi olduğunu düşündüğüm bakış açılarını değerlendiriyor: “Türkiye’de bina hasar görsün, can kaybı olmasın bakışı bütün aktörlerde yaygın. Japonya’da binayı, canı ve malı birlikte koruyalım algısı öngörme ve önlem alma disiplininin ruhunu oluşturuyor”, “Taban izolasyonu ise kauçuk ve çelik parçalardan oluşan temel inşası. Deprem izolasyonu tesisimiz 2021’de üretime alınacak. Burada makine-donanım ve know how Japon ortağımız tarafından sağlanacak. Teknik, yapı maliyetlerine yaklaşık yüzde 10 ek maliyet yüklüyor; ama binayı, canı ve malı da koruyor” diye değerlendirmesini sürdürüyor.
Ali Karahan’ın söyleşiyi 10 Kasım 2020 günü yaptım. Üç gün sonra HBT’de Batuhan Sarıcan’ın derlemesinde aynı konu yer aldı: Taban izalasyonu tekniğinin Japonya’da 900 yapıda kullanıldığını, bugün aynı teknolojiyle donatılan binaların Şili, Çin, İtalya, Meksika ve Türkiye gibi deprem ülkelerinde yayıldığını, ama Japonya kadar yaygınlaşmadığını vurguluyor. Yazıda deniyor ki, “Japon inşaat şirketi Nice Corporation, yedi katlı temelden inşa edilmiş bir binanın geleneksel bir binadan yüzde 13 ile 15 daha pahalı olduğunu söylüyor. Sismik teknolojiler konusunda uzman mühendis lan Aiken ise bu sistemlerin yüzde 5 daha pahalıya mal olabileceğini” ileri sürüyor. Bu saptama, Karahan’ın bize aktardığı maliyet bilgilerini doğruluyor
Ekosistem oluşturulması teşvik edilmeli
Ali Karahan, Japon firmalarıyla yapılan ortaklığın kazanımlarını da paylaşıyor: “Japonlar bize hatayı en aza indirmeyi öğretti. Bir iş yaparken ayrıntı özeninin ne denli önemli olduğunu kavradık ve anladık. Üretim tesisinin girişindeki agrega ve kum gibi malzemelerden başlayarak son ürünün kullanılacağı yere gidinceye kadar bütün süreç bilgisayar bağlantılı ve eş anlı olarak uçtan uca ölçülüyor; kaydediliyor, gözetleniyor ve denetleniyor. Çevrimiçi gözetim ve denetimi sistemin kendisi yapıyor; insan gözetim ve denetiminin gözden kaçırabileceği hatalar minimize ediliyor. Standartlara uyum konusunda öylesine özen gösterdik ki, bugün Japonya’ya prekast yapı elamanları ihraç edebiliyoruz. Eğer, nitelik geliştirmeseydik, limandan çıkıştan sonra 45günde Japonya’ya ulaşan prekast yapı elamanlarını giderek artan miktarda talep edilmesini sağlayamazdık.”
Alacalı Grubu’nun ürettiği yapı elamanlarında hangi girdilerin “ithal” edildiğini de soruyoruz Karahan’a ... “Çelik halatlar...” diye giriyor söze. Ülkemizdeki demir-çelik sektörünün konuyla ilgilenip ilgilenmediğini sorduğumuzda da, “İÇDAŞ’ın demir, DİLER ve ÇELİK HALAT firmalarının halat üretiminde Japonya’da JIS standardı alma aşamasına geldiklerini belirtiyor. Sadece Alacalı işletmeleri yılda 5 bin ton demir, 3 bin ton çelik halat kullanıyor. Japonya’nın da 15 bin ton kadar talebi var”eklemesini yapıyor.
Ali Karahan’a depreme dayanıklı yapı elemanları üretiminin yapı tekniklerinin nasıl bir ekosisteme ihtiyacı olduğunu soruyorum. Diyor ki, “Deprem ve depreme dayanıklı yapı, çok disiplini, çok aktörlü bir iş. Zemin yapısından, sismik özelliklere, statik hesaplarına, deprem özelliklerine göre değişik mühendislik gerektiriyor. Siyasi iradenin kararlılığı, konuyla ilgili her alan net bilgi sahibi olması bir o kadar önemli. Merkezi ve yerel yöneticilerden, teknisyenine herkesin eş düzey bilgilerle donanmış olmaları gerek. Üniversitelerin uzman birimleri işin içinde değilse öngörüler ve önlemler yetersiz kalır. Yapı için malzeme üretenler gerekli ölçek, kapsam ve öğrenme düzeyini yakalayamazsa depreme karşı gereken önlemleri yeteri düzeyde alamayız. Deprem konusu, toplumumuz net bilgisini, etkin koordinasyonunu gerektiriyor. Deprem hepimizin, hep birlikte elimizi taşın altına koymasını gerektiren bir gerçeklik.”
Ülkemiz nerede duruyor?
Ali Karahan’dan, yılların birikimine sahip olan firmasında nelere özen gösterdiklerini, depreme dayanıklı bina yapımında nerede durduğumuzu paylaşmasını istiyorum: “Bizden ilerde olan Japonya’da üç firma ile ortaklık kurduk; onlardan öğrendik, bugün Japonya’ya kiriş ve kolon ihracatı yapıyoruz. Gelecek yıl taban izolatörü ve epoksi kaplı çelik halat imalatımız başlıyor. İmalatın tamamı Japonya’a ihraç edeceğiz. İTÜ ile işbirliğini giderek pekiştiriyoruz. ABD’deki birikimleri ülkemize taşımak için CEG proje firması ile 5 yıldır ortaklık yapıyoruz. Amerika ve Japonya’ ya her yıl onlarca proje çizimi ihraç ediyoruz. Sektörde Ar-Ge katkısı yapacak düzeye geldik, üretimde ciddi mühendislik değeri katabiliyoruz. Agregada iklimlendirmeden, ürünün son tüketiciye ulaşmasına kadar asgari 15 aşamada sistem kontrolü yapılıyor. Bakanlıklar, AFAD, Belediyeler ve konuyla ilgili olan herkese bilgi birikimimizi paylaşıyoruz. Çelik ve çelik halat ithalatını azaltmak için üretici firmaların bu alana germelerini sağlayarak ekosistemin girdi boyutunu güçlendirmek istiyoruz. Ülkemizde belli bir birikim oluşmuştur; ciddi talep vardır, şimdi bu potansiyeli bir üst düzeye erişmek için değerlendirmemiz gerekiy or” diyor.
Ülkemizin potansiyellerini değerlendirerek, gelişme düzeyini bir üst basamağa taşımak için, öncelikle, yapı ve yapı elamanları üretiminde gelişmiş ülkelerin ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını, sistemlerini ve metotlarını dinamik bir anlayışla izlemek, bilgi ve fikir sahibi olmak gerekiyor. İkincisi, yurt dışına ilgili odaklara çok sayıda öğrenci göndererek, yeteri kadar mühendis yetiştirilmesi ve değerli bilgiye erişilmesi, bilginin yeniden üretilmesinin sağlanması adımları hızla atılmalı Üçüncüsü, uluslararası seminer, sempozyum, fuar ve diğer etkinlikler yanında Uluslararası Beton Birliği (FİB) gibi STK’lara üye olmak ve görev almak, bilgiye o kanallardan da erişmek ciddiye alınmalı. Dördüncüsü, ülkemizde bu alanla ilgili üretim yapan firma sayısını artırmak, ekosistemi olgunlaştırmak, işbölümü ve işbirliği ile sinerji yaratarak rekabet gücünü pekiştirmek gerekli. Beşincisi de stratejik projeler dahil, sektörle ilgili gelişmeleri katılımcı ve kapsayıcı bir anlayışla “koordine etmeli”... Başka söze gerek var mı?