Bersay İletişim Danışmanlığı’nın Onursal Başkanı Ali Saydam, iletişim denince akla ilk gelen isimlerden. Yorumlarını, değerlendirmelerini medyada okuyor, izliyor; tabii ki kitaplarından da takip ediyoruz. Onlardan birisi, kült kitabı “Algılama Yönetimi”nin genişletilmiş ve güncellenmiş 10. baskısı geçtiğimiz aylarda Remzi Kitabevi’nden çıktı.
Kitabı okurken, kendisiyle yıllar önce yaptığımız bir söyleşide anlattıkları aklıma geldi. Şöyle demişti:
“İletişim, evrensel bir şey değildir. Meselâ satranç, futbol kuralları evrenseldir, dünyanın her yerinde aynıdır. İletişim, insanın ruhi şekillenmesi, düşünce yapısı, değerleri ve kültürü ile ilgilidir. Yani Japon folklor müziği, bana kedi miyavlaması gibi geliyorsa; açık ara Türkiye'nin en beğenilen sesi İbrahim Tatlıses'in sadece bizim bölgede tutulması ve başka yerlerde, örneğin Japonya'da pek iş yapamamasının sebebi de o ortak ruhi şekillenme dediğim bir ulusun kendisine has algılama biçimlerinin oluşmasından kaynaklanıyor. Yani, iletişimin özü millîdir."
Kitabın Önsöz’ünde aynı konuya değiniyor Saydam:
“Her ülkeye göre farklılaşabilen millî ve manevi yapı taşlarını ya da bazılarına göre genetik kodları dikkate alınmaksızın algılamayı ithal ve ‘ecnebi’ yaklaşımlarla yönetmeye kalkmak, çoğu zaman insan kıymetlerinin, zaman ve para kaynaklarının boşa harcanmasına neden olabilmektedir. Tüm bunların giderek daha da ağır bedellerle sonuçlandığına ve hatta kendi krizlerimizi yarattığımız durumlara yol açtığına hep birlikte şahit oluyoruz. En çok da uluslararası ilişkiler ve kamu diplomasisi gibi alanlarda.”
Tasalluttan vazgeçmek gerektiğini, vazgeçmedikçe ne iletişim yapılabileceğini ne marka yönetilebileceğini ne de ilişki yönetiminin hayata geçirilebileceğini söylemiş, “pek çok siyasi, bu konuda gelip takılırlar nitekim. Pek çok bireysel marka olduğunu zanneden şöhretler de aynı şekilde” demiş ve şöyle devam etmişti Ali Saydam:
“Çok tasallut fikirlerle boğuştum. Ben, hep bir yerlere ait oldum. Önce epey muhafazakâr bir aile, sonra yine muhafazakâr bir yatılı okul İstanbul Erkek Lisesi; ondan sonra birdenbire sol düşünce. Böyle köklü, reddedilmeyen ve tartışılmayan, apriori, kafadan kabul edilen dünya görüşlerinin oluşturduğu, kendi bireysel düşünce sisteminin devreye girmesinin engellendiği ortamlara ben, tasallut ortamları diyorum. Bu tasallut ortamlarında düşüncenin geliştirilmesi, insanın esenliğe kavuşması mümkün değil. Benim tecrübelerim bunu gösteriyor. Ne zaman mümkün? Ancak vazgeçebildiğin zaman. 'Algılama Yönetimi'nde de yazmıştım: Ben, şu cümlelerle yetişmiş biriyim: Marks'ın dediklerini Engels, onun söylediklerini Lenin, onunkileri de Stalin özetlemiş. Stalin'in söylediklerini de Mao zaten bir şekilde ifade ediyor. Mao'nun seçme eserlerinin özeti de şu 'Kırmızı Kitap'ta var, 50, 100 sayfa! Bunu oku, yeter!
Ben bu lafı, sol hareketin liderlerinden duyduğumu çok net hatırlıyorum. Tasallut dediğim, işte bu: Bireysel yargılama ve karar süreçlerini tamamen devre dışı bırakıp başkalarının sizin adınıza düşündüğünü, karar verdiğini kabullenmek, varsaymak…"
İnternet sitesinde “hayatını zenginleştiren kitaplar” ve “müzikler”in yanında, filmler de yer alıyor; 24 sinema filmi. Şimdilerde hâlâ sürüyor mu bilmiyorum o yıllarda “sinemayı okuma seminerleri” veriyordu. “Hayatı okumak için sinemayı okumanın iyi bir yol olduğunu düşünüyorum... Ama seyretmek değil, okumak... Mevlânâ'nın tâbiriyle fihi mâ-fîh yani içindekinin içindekini anlamaya çalışmak. İki tür seyretmek var: Biri kakarakikiri seyretmek, bir de yönetmen bunu niye çekmiş diye izlemek. Çünkü, kurgu var arkasında. Sanat demek, kurgu demektir. Hayatın kendisi de kurgu oysa. Sinemada o düşünce tarzını, o tekniği, kurguyu çözebilirsen hayatın da kendisini okurken çözümlemeler yapabilirsin diye düşünüyorum."
“Algılama Yönetimi” kitabı, işte bu hayatı okumanın izdüşümleri diye düşünüyorum. Yeni baskıya eklenen bölümler, içeriği güncelleştiriyor, fotoğrafların kenarına koyulan karekodlar, sözü edilen örneğin bir reklamın izlenilmesini de sağlıyor. Böylelikle görsel belleğe de dokunuluyor. Dipnotlarda yüzlerce kaynak, Dizin’de geçen yüzlerce isim, kitaba verilen emeğin kanıtları.
Ben, “Algılama Yönetimi”ni çok şey öğrenerek okudum. Yazımı, kitabın son cümleleriyle bitirmek istiyorum:
“Bizim algıladığımız anlamıyla algılamayı yönetebilmenin ana kuralı sevmektir; pek çok gurunun iddia ettiği gibi bilmek değil!”
Başka söze gerek var mı?