Zorlu Holding Kurumsal İletişim Genel Müdürü Aslı Alemdaroğlu’yla pandemi dönemini değerlendrdik. Yaşanan pandemi ile birlikte dünyanın olağanüstü bir dönemden geçtiğine dikkat çeken Almdaroğlu, “Yeni normallerden değil; yeni gerçekliklerden bahsediyoruz” dedi. Bireyler, kurumlar ve ülkeler olarak entegrasyon hızımız ve kapasitemizin, sınırlarımızın denendiği; empati ve iletişim yetkinliğimizin, çeviklik ve inovasyon becerilerimizin sorgulandığına dikkat çekti.
Küresel olarak yaşadığımız zorlayıcı dönüşümün; iklim krizi, radikalleşen eşitsizlikler, salgınlar ve ekonomik dalgalanmalar başta olmak üzere farklı konularla karşımıza çıkabileceğini pandemi bize çok net gösterdi. Mevcut düzeni korumanın imkânsızlığı ve bunun yanı sıra daha iyi, adil, eşit ve kapsayıcı olanı gözetmezsek varoluşumuzun sürdürülebilir olamayacağı gerçeğiyle mecburen yüzleştik.
Tüm bu sorunlara kalıcı ve sürdürülebilir çözümleri ortak akıl, kolektif güç ve en önemlisi de iyi niyetle üretecek strateji ve yöntemleri geliştiremezsek daha iyi ve yaşanabilir bir gelecek inşa etmemiz de olası görünmüyor. Bu nedenle kıt kaynakları çevresel ve sosyal etkisi yüksek alanlara kaydırırken; daha sürdürülebilir ve aynı zamanda ortak hedeflere dayalı, kolektif bir çabaya ve güce ihtiyacımız var.
Bireyler, kurumlar hatta ülkeler olarak birlikte çalışmadan koyduğumuz eforun marjinal değişiklikler ve iyilikler doğuramayacağını yaşayarak öğrendiğimizi ve bu süreçten hepimizi ortak hedef tayinine götüren dersler çıkardığımızı umuyorum.
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) bu yaklaşımda herkesin birleştiği ortak bir zemin. Ancak bu hedefleri gerçekleştirebilmek için, pandemi öncesindeki hesaplamalara göre her yıl 2,5 trilyon dolarlık bir kaynağa ihtiyaç var. Zaman giderek daralıyor ve bizim daha fazla hızlanmamız, konuyu ciddiyetle ele almamız gerekiyor.
Bunun için de sistem temelli bir değişime ve daha büyük kaynağa ihtiyacımız var. Burada en büyük görev de özel sektöre düşüyor. Artık şirketlerin sadece kârlılık odaklı değil, paydaş temelli, toplumsal fayda odaklı, çevre ile uyumlu ve tüm canlıların yaşam hakkını gözeten bir yaklaşımla hareket etmesi şart. Sözünü ettiğimiz sistem temelli değişim ve dönüşümü ancak bu şekilde gerçekleştirebiliriz.
Biz de Zorlu Grubu olarak, bu anlayışla uygulamaya geçirdiğimiz “Akıllı Hayat 2030” sürdürülebilirlik stratejimizle şekillenen sorumlu büyüme yaklaşımımızla; çevresel, sosyal ve yönetsel konulardaki performansımızı her geçen gün daha da iyileştirerek, etkin şekilde yönetebiliyoruz. Bu yaklaşımı iş stratejimizin merkezine alarak; Ar-Ge ve İnovasyon, Çevre, Çalışanlar, Toplumla İlişkiler, Müşteri İlişkileri, Tedarik Zinciri ve Kurumsal Yönetim başlıklarında tüm Zorlu Grubu’nda sürdürülebilirliği bir iş yapış şekline getiriyoruz. Böylece şirketlerimiz yenilenebilir enerji, akıllı elektronik-beyaz eşya ürünleri ve akıllı tekstil gibi inovasyon ve teknoloji odaklı işlerle büyürken; buna paralel olarak gösterdikleri çevresel, sosyal ve yönetişim performansıyla sürdürülebilir bir geleceğin inşasına katkıda bulunabiliyor.
Bununla birlikte toplumsal alanda daha büyük etki yaratabilmek için sosyal sorumluluk bütçemizi de sosyal inovasyon ve toplumsal fayda projeleri paralelinde yapılandırıyoruz.
Bu doğrultuda, Zorlu Holding olarak sosyal inovasyon platformu imece’nin kurucu ortaklarından biri ve aynı zamanda ilk üç destek programının da partneri olduk. İlk üç mesele çözüm sürecini de Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma için belirlediği 17 amaç arasında yer alan “Nitelikli Eğitim”, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ve “Eşitsizliklerin Azaltılması” konuları etrafında gerçekleştirdik. Finalist 10 girişime 3 yılda 1 milyon TL hibe sağladık.
Nitelikli eğitimin toplumsal gelişimde ne kadar önemli bir rol üstlendiğinin farkındalığıyla, Mehmet Zorlu Vakfı (MZV) - MEF YetGen 21. Yüzyıl Yetkinlikleri Farkındalık Programı ile gençlere, 21. yüzyılın gerektirdiği beceri ve yetkinliklerle de donanmaları için destek veriyoruz. Nitelikli, dünya insanı olarak düşünen, duyarlı ve yaratıcı bir neslin gelişimine; dolayısıyla iş dünyasının en kritik paydaşı olan potansiyel çalışanlara katkı sağlıyoruz.
Yine bu çerçevede MZV çatısı altında; Türkiye’de toplumsal ve ekonomik gelişmeyi sağlayacak eğitim reformu politikalarının geliştirilmesini amaçlayan ERG (Eğitim Reformu Girişimi) ve Öğretmen Ağı’nı destekliyoruz. YGA Zirvesi’nin paydaşları arasında yer alıyoruz.
Aynı anlayışla; çalışanlarımızın yeteneklerini tam anlamıyla kullanabilmeleri için inovasyon temelli, kapsayıcı bir kurum kültürünü geliştirmeye ve pekiştirmeye odaklanıyoruz. Bu doğrultuda çalışma arkadaşlarımızın kritik bir dönüşüm sürecinde yaratacağı etkiyi arttırmak üzere kurum içi girişimcilik programımız var. Bu programla Zorlu bünyesindeki herkes yaratıcı ve etki yaratan iş fikirlerini hayata geçirmek üzere destekleniyor. Ayrıca kurumsal gönüllülük kapsamında çalışanlarımızın birçok etki yaratan proje ve programın parçası olmasını destekliyoruz.
Diğer yandan eşitliği merkeze alıyor, toplumsal cinsiyet eşitliğini destekliyoruz. Özellikle pandemi sürecinde salgının toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından etkilerini değerlendiren araştırmalar ortaya kondu, kadınların maruz kaldığı ev içi şiddet konusu dikkat çekti. Zorlu Holding olarak Ev İçi Şiddeti Önleme Politikası’nı hazırlayarak hem konunun önemini tekrar vurguladık hem de şirketlerimiz genelinde çalışanlarımızı ev içi şiddetten korumaya yönelik önemli bir adım attık.
Tüm çalışmalarımızı “Akıllı Hayat 2030” vizyonuyla şekillendirmeye; etki gücümüzü ve tüm kaynaklarımızı tüm canlıların, toplumun, çevrenin ve gezegenin ihtiyaçlarına ve dünya meselelerine odaklı katkı ve çözüm sağlama amacıyla kullanmaya devam edeceğiz.
Değişim süreklilik arz eden bir kavram tabii. 2020’de pandemi de olmasa değişecek pek çok şey vardı şüphesiz. Pandemiye bu açıdan iki türlü bakmak lazım. Bir; öngörülemeyen değişiklikler, iki; öngörülebilen değişimdeki artan hız.
Öngörülemeyen değişimi yaşayan pek çok sektör var. Turizm sektörü, tüm otel ve konaklama servisi veren şirketler, ulaşım, havayolları, “cruise” şirketleri, diğer ulaşım firmaları, oto kiralamacılar, kültür sanat ve sinema şirketleri, lüks tüketim, seyahat ve sosyal etkinliklerin azalması ile en negatif etkilenen sektörlerin başında geldi. Bu öngörülemeyen değişimi yaşayan sektörler pandemi sonrasında hızlıca toparlanacak olanlar bence.
Öte yanda da değişimi hızlananlar var. Uzaktan eğitim uygulamaları, ulusal market zincirleri, kargo şirketleri, elektronik perakende şirketleri ve çoklu pazaryerleri (e.com), fiyat karşılaştırma siteleri, uzaktan toplantıya imkân sağlayan buluşma uygulamaları ve firmaları, VOD ve içerik siteleri, tüketici elektroniği, laptop, pc, cep telefonları satıcıları ve firmaları, sağlık ve ilaç kuruluşları, “fitness” uygulamaları daha pozitif etkilenen sektörler olarak dikkat çekti. Bu sektörler ise 1 yıl içerisinde 3-5 yıllık ivme kazanarak aslında bir sonraki adımları için zaman kazandılar.
Aslında bu süreç bir süredir tartışılan teknoloji şirketlerinin değerlemesinin bir balon olup olmadığına da gösterge olmuş oldu. Teknoloji şirketleri çoğu servis ve hizmetlerin uzaktan ve aksamadan devam etmesine olanak sağlayarak aslında değerlemelerinin o kadar da gerçekdışı olmadığını bir nevi ispat ederek tarihlerinin en yüksek firma değerlerine pandemi sürecinde ulaştılar.
Fakat tüm dünyada konuşulmaya başlayan, pandeminin eğer doğru değerlendirilir ve pandemide olduğu gibi bütünsel ve birleşik bir tepki verilirse, en önemli pozitif değişiminin aslında insanlığın ortak amaç ve hedef doğrultusunda bir problemi çözmek için birlikte çalıştığı taktirde, beklenenden çok daha kısa sürede, bilimin de yardımıyla, çok daha büyük çözümler üretebileceği oldu. Gelecekte çözmemiz gereken yaşamsal boyuttaki problemler düşünüldüğünde, bilgi paylaşımı ile ortak amaç ve hedef için birlikte hareket edebilme ve çalışabilme yetisi eğer uygulanabilirse, pandeminin insanlık üzerinde en pozitif etkisi bu olabilir.
Bu sorunun cevabı kuşaklara göre değişiklik gösterse de bir gerçek var ki artık iş yapma şekil ve modelleri çoğu sektör için kökten değişti. Artık tüm ayını bir ofiste geçiren bir beyaz yakalı figürü bir ütopya. Ofis hayatının artık eskisi gibi sabit gün ve saatlerde olmayacağı, hatta çoğu işverenin iş yapıları elverdiği sürece maliyetleri kısmak adına uzaktan çalışma modellerine geçeceği öngörülüyor. Dolayısıyla mümkün olan ortamlarda uzaktan katılımcılar ile sanal toplantı odaları ve toplantıları gelecekte, pandemiden sonra da kalıcı olacak gibi görünüyor.
Uzaktan elektronik alışverişe alışan tüketicilerin bu tip alışverişten pandemiden sonra birden uzaklaşması beklenmiyor. Tüm hizmet ve servis sağlayıcıların ürünlerine elektronik ortamlardan ulaşılmasını sağlayacak altyapıları kurması, pandemiden sonra da bu tip hizmetleri veren firmaların sayısının artarak büyüyeceği beklenebilir. Kısacası tüm şirket ve firmalar için dijitalleşmenin hızlanarak artacağı bir süreçten pandemi sonrası için söz edebiliriz.
COVID-19’un tüketici üzerine en önemli etkilerinden birisi aslında yeni bir dönemin başlangıcı için fırsat olarak algılanması oldu. Pandemi sonrası, Dünya’da her 4 kişiden 3'ü kendi hayatlarında önemli derecede bir değişim istiyor. Bu oran gelişmekte olan ülkelerde daha yüksekken gelişmiş olan ülkeler için daha düşük gerçekleşiyor. İnsanlar pandemiden bağımsız olarak da aslında dünyada var olan bir sürü problemden şikâyetçiydi. Gelir eşitsizliği, devletlerin otoriter yapılarının dünya genelinde artış göstermesi, kişisel verilerin korunması, özel hayata müdahale gibi birçok toplumsal konuda duyulan endişeler aslında yerini COVID-19 endişesine bırakmış olsa da, insanların genel olarak beklentileri bu sorunların da COVID-19 ile birlikte çözümlenmeye başlanması olarak görünüyor.
Bir diğer önemli dikkat çeken trend ise, tüketicilerin daha sağlıklı yaşama trendinin giderek ön plana çıkması oldu. En çok endişe duyulan konunun bireylerin sağlığını kaybetmesi olması ile birlikte sağlıklı olma olgusu büyük yükseliş gösterdi. Evde spor olanakları, “fitness app”leri, daha sağlıklı besinler ve bunun gibi birçok kişisel sağlığa odaklı uygulamalar tüketicilerin hayatında daha çok yer edinmeye başladı.
Son ve en önemli trendlerden biri ise, tüketiciler bu süreçte genel olarak kendilerine gerçek anlamda yardımcı olan markaları tercih etme eğilimine girdiler. Fayda ekonomisi trendinin uzun yıllardır yükselişte olduğu düşünüldüğünde COVID- 19 ile birlikte bu trendin zirve yaptığını söyleyebiliriz. Tüketiciler pazarlamanın ötesinde, toplumsal, bireysel ve bütünsel olarak gerçekten kendilerine ve çevreye somut fayda sağlayan ve değer döngüleri yaratan markaları artık daha da çok tercih etmeye başlayacak gibi görünüyor.
“Yeni normal”. Kimse tam olarak yeni normalin nasıl olacağını bilemiyor. Herkesin farklı görüşleri var fakat kesin olan bir şey artık dünyanın COVID öncesi gibi olmayacağı. Yeni normal içinde gerek sosyal hayat, gerek iş hayatı, gerek tüketici tercihleri ve davranışları açısından farklılıklar olacağı kesin fakat bu farklılıkların eski normalden ne derecede uzaklaşacağını kestirmek kolay değil. Kuşaklar arasındaki görüş farklılıklarının tartışmalar ile orta bir yolda buluşması beklenebilir. Örnek vermek gerekirse, Y kuşağı yöneticileri haftada 5 gün ofiste çalışma düzeninin sürmesini isteyebilirken, Z kuşağı çalışanları artık tam zamanlı evden çalışma opsiyonunun değerlendirilmesi gerektiğini düşünebilir. Sonuçta orta yolun bulunacağı, ev ve ofisten çalışmanın eşit düzeyde bölünerek gerçekleşeceği hibrit bir yapı pandemi sonrası tercih edilebilir. İşte bu gibi farkı beklentilerde oluşacak orta yol aslında yeni normali tanımlıyor olacak.
İş dünyası nasıl değişiyor?
İş dünyası da kuşaklar arası karar alma mekanizmalarının çatışması doğrultusunda yeniden şekilleniyor olacak. Bunun dışında yadsınamayacak en önemli gerçek; iş dünyasının, iş kolunuz ne olursa olsun, artık daha dijital olacağı. Gerek çalışanlarınızla gerek müşterilerinizle iletişimde, gerekse ürün, servis ve hizmetlere erişimde dijital altyapıların daha yaygın bir şekilde kullanılacağı aşikâr.
Yukarıda da değindiğimiz gibi markaların artık kâr amaçlarının ötesinde topluma, bireye ve çevreye faydalar sunan bir kültürü benimsemeleri gerekiyor. Dünya kaynaklarını koruyan, bireylerin daha iyi olmasına, kendini geliştirmesine olanak sağlayan, toplumsal faydalar sunan markalar gelecekte daha çok tercih edilir olacaklar. Bu yüzden markaların ana amacı, artık sadece kâr değil, içinde yaşadığımız dünyayı ve kaynaklarını nasıl koruyup, bireylerin ve toplumların gelişimine nasıl fayda sağladıkları olmalı. Bu yönde hareket eden markalar geleceği inşa ederken aksi tavır sergileyen markaların çoğu yok olacak.
Hikâyeler her zaman için en güçlü olgu. İnsanlığın varoluşundan beri hikâyeler aslında gelişimin en önemli araçlarından. Beynimiz, hikâyeler dinlemeye ve bilgiyi belirli bir bağlam doğrultusunda birbiri ile ilişkilendirerek depolamaya alışmış. Hâl böyle olunca işitsel ve görsel olarak hikâye anlatma ve aktarma yetisi en yüksek format olan videolar her zaman için birincil öncelik olmaya devam edecek. Evet belki gelecekte AR ve VR uygulamaları ile daha deneyimsel hikâye anlatma olanakları olacak fakat bunların kitlesel bir medya kanalına dönüşmesine henüz zaman olduğu için videolar uzun bir süre daha en önemli hikâye anlatım aracı olmaya devam edecek. Bu bağlamda videoların tüketici ile buluşabildiği her ekran değerli olmaya devam edecek.
Gerek linear TV olsun, gerek dijital platformlar olsun, gerek açıkhavanın dijitalleşmesi ile daha yaygın kullanılmaya başlayan ekranlar olsun, tüm ekran ve ekran tipleri aslında açık farkla medyada baskınlığını sürdürecek. Ekranları platform bazında bölecek olursak, dijitaldeki büyüme ile dijital ekranların dünyada klasik anlamda TV’yi hâlihazırda geride bıraktığını ve TV’nin artık ikincil önemdeki hikâye aktarım platformu olduğunu söyleyebiliriz. Dijital ekranların getirdiği en önemli artılardan birinin ekranı izleyenin, yani hikâyeyi dinleyenin, datasını toplama yetisi olduğu düşünüldüğünde, medyanın daha hedefli hikâyeler anlatma yetisinin de sonsuz derecede büyüdüğünü unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla gelecekte medya daha bireyselleştirilmiş hikâyeleri daha kişisel olarak bize sunacak gibi durmakta.
Türkiyede’de dijital ve TV, en önemli iki mecra olmaya devam edecek. Daha geniş hedef kitlelere kitlesel olarak ulaşmak için hâlâ en güçlü mecra TV olacak iken, en büyük hızla büyüyen mecra ise tartışmasız dijital olacak. Basın küçülmeye devam edecek ve belki de sadece çok az “vendor” ile devamlılığını sürdürecek. Eğer pandemi gibi dışarıda zaman geçirmemizi kökten etkileyen bir vukuat daha yaşanmazsa “Out of Home- (OOH)” 3. mecra olarak büyümesine dijitalleşerek devam edecek ve “OOH”u sırasıyla radyo ve sinema takip edecek diye düşünüyorum.