Louisa Vinton, UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi
KONUK YAZAR
Türkiye’de 53.537 kişinin hayatını kaybetmesine ve 3,3 milyon kişinin evsiz kalmasına neden olan iki şiddetli depremin üzerinden yaklaşık bir yıl geçmişken, deprem sonrası toparlanma ve yeniden inşa sürecinin neresinde olduğumuzu düşünmek için uygun bir zamandayız. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), yaşanan felaketin hemen ardından Türkiye’de deprem sonrası toparlanma ve yeniden inşa faaliyetlerine kendini adadı. Neleri başardık ve önümüzde hangi zorluklar var? Ne gibi dersler çıkardık? İlk olarak, felaketin etkileri hepimizi çaresiz bıraktı. Yıkım akıl almaz boyutlardaydı; büyüklüğünü ifade etmek bile oldukça zor oldu. Yıkılmış binalar 500 kilometreden fazla bir coğrafyaya yayılmış durumda, yani Berlin ile Varşova arasındaki karayolu kadar bir mesafe söz konusu. Depremler, toplamda 900.000 bağımsız bölüm içeren 313.000 binanın yıkımına sebep oldu ve 100 milyon metreküp enkaz oluşturdu. Bu rakam, Manhattan’ın tamamını iki metre yüksekliğinde molozla kaplamaya yetecek kadar bir enkaz yığını anlamına geliyor.
Tüm bu veriler, Türkiye gibi deprem bölgesinde yer alan bir ülke için bile daha önce benzeri görülmemiş rakamlar. UNDP'nin ilk katkılarından biri, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na, depremin yol açtığı toplam hasara dolar cinsinden bir değer biçme konusunda destek olmak oldu. Kırk gün gibi kısa bir sürede gerçekleştirilen hummalı bir çalışma sonucunda toplam hasar 103,6 milyar ABD doları olarak hesaplandı. Güvenilir yöntemlerle elde edilen bu rakam, Türkiye'nin GSYİH'sinin yüzde 9’una karşılık geliyor.
Bu tür nüfus hareketleri, yerel sanayi açısından ikilemlere yol açıyor. İş dünyası liderleri, örneğin bölgenin oldukça büyük sektörlerinden biri olan tekstil sektöründe istihdam için gerekli becerilere sahip işçilerin başka yerlerde iş araması nedeniyle ciddi işgücü sıkıntısı yaşadıklarını belirtiyor. Bununla birlikte, genellikle apartmanların zemin katlarında faaliyet gösteren mağaza, kafe, spor salonu ve kuaför gibi küçük işletmeler, binalar yıkılınca işyerlerini, stoklarını, hammaddelerini yitirdi, çoğu da çalışanlarını ve müşterilerini kaybetti.
Mantıken, bölgenin toparlanmasının anahtarı olan “normal hayat”a dönüşün ön koşulu ve en önemli önceliği, insan onuruna yakışır düzgün konutların yeniden inşası. Fakat, 6 Şubat 2024'e kadar toplam 46.000 yeni dairenin (ihtiyaç duyulanın yaklaşık yüzde 7’si) hazır olacağı yönündeki son haberlerden de anlaşılacağı üzere, bu çalışmaların tamamlanması yıllar alacak gibi görünüyor.
Bununla birlikte, toparlanma süreci konut meselesinden çok daha fazlasını içeriyor ve bu, UNDP'nin çıkardığı üçüncü ders. Depremzedelerin gelir getiren işlere sahip olması ve kendi kendilerine yeterli olmalarını sağlayarak geçim kaynaklarının yeniden eski haline getirilmesi de aynı derecede önemli. UNDP’nin deprem sonrası müdahalesindeki önceliklerine de bu ilke yön verdi. UNDP bir yandan küçük işletmelerin yeniden ayağa kalkmasına yardımcı olurken, diğer yandan talebin yüksek olduğu sektörlerdeki işgücü açıklarını gidermeye yönelik mesleki eğitimler sağlıyor.
Bu kapsamdaki faaliyetlerden en önemlisi, İsveç tarafından finanse edilen ve depremden en çok etkilenen 11 ilde 4.616 küçük işletmeye verilen 10 milyon ABD doları tutarındaki “deprem sonrası toparlanma hibeleri” programı oldu. UNDP hibeleri, neredeyse sonsuz olan ihtiyaçlar karşısında mütevazı kalsa da, başvuru çağrısından yalnızca birkaç hafta sonra banka hesaplarına aktarılmasıyla hız ve basitlik anlamında avantajlı bir konumdaydı. Amaç, daha geniş bir ekonomik canlanmayı katalize edecek bir aşağıdan yukarıya yayılım (“trickle up”) etkisi yaratmaktı.
Sonuçlar o kadar olumlu oldu ki, UNDP programın kapsamını genişletmek için acilen yeni fon arayışına girdi. Hibe alan işletme sahipleri, programın mali etkisinin önemli olduğunu, ancak bundan daha önemli olanın, kendini yalnız ve terk edilmiş hisseden depremzedelerin program sayesinde dayanışma ve umudu hissetmesi olduğunu söylüyor.
Bu da bizim için dördüncü bir ders anlamına geliyor. Milyonlarca depremzedenin yaşadığı travmayı hafife almamak hayati önem taşıyor. Deprem onlar için geçmişte kalmış bir şey değil, devam eden gerçek bir acı ve kayıp hissi. Bölge dışında yaşayanlar için afet her geçen gün hafızalardan silinirken, deprem anılarını tekrar tekrar yaşayanlar için ne yazık ki bir rahatlama söz konusu değil.
“Şu hayatta hiçbir şeyden keyif almıyorum.” Pek çok yakın akrabasını kaybetmiş ve kendisi de sekiz saat boyunca enkaz altında kalmış bir yetkili, sessizce ve hiçbir kendine acıma emaresi göstermeden bana böyle söylemişti: “Biz kayıp bir nesiliz ve ölünceye kadar da böyle kalacağız.”
Bu düşünceler oldukça karamsar, ama bir o kadar da yaygın; ve dünyadaki hiçbir psikososyal desteğin, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, kolaylıkla yanıt veremeyeceği derin bir kayıp duygusunu yansıtıyor. İyileşme aynı zamanda insanların ruhuyla, hatırlandığını ve saygı duyulduğunu hissetme ihtiyaçları ile de ilgili. Depremin birinci yılını geride bıraktığımız bu günlerde, toparlanma işaretlerinin hâlâ çok seyrek ve geçici olduğu bu bölgeye sırtımızı dönmemeli, depremde hayatını kaybedenleri anmalı, hayatta kalanları bağrımıza basarak daha iyi bir geleceğe dair umut ve hayalleri canlandırma yolundaki çabalarımızı güçlendirmeliyiz.