Akaryakıt fiyatlarına zammın mukayeseli matematiği

Ahmet Kasım HAN KAVANOZUN DİBİ

Öncelikle, lütfedip bu köşeyi düzenli takip eden okurlara bir özür borçluyum, onu ifa edeyim. En son bu sütunda yer alan “Büyük Düzeltme (I)” başlıklı yazımı bir seri olarak planlamıştım. Amacım genel olarak ekonomi, dış politika ve iç siyaset üçgeninde olup bitenlere dair bir açıklama çerçevesi oluşturmak ve bunları neden – sonuç, araç – amaç ilişkileri bağlamında ve NATO’da İsveç’in üyeliğine yakılan yeşil ışık vakası üzerinden anlatmaktı. Ancak, pazar günü hepimizi yakından ilgilendiren, sebepleri bir önceki yazımda ele almaya başladığım “Büyük Düzeltme”nin ekonomideki yansımalarından kaynaklı bir zam şoku yaşadık. Akaryakıtta Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) artışıyla birlikte hayat pahalılığı derinleşti, enflasyonun yapışkan hale gelmesi yolunda önemli bir eşik daha aşıldı (Kendi kendime konuşma parantezi: o eşiklerden kaç tane kaldıysa artık?) Durumun güncelliği, aciliyeti ve vahameti nedeniyle bu yazıda izninizle o konuyu ele alacağım.

Sözüm elbette baki. O genel çerçeveyi çizip tamamlayacağım. Zira bu tür kavramsal çerçeveler sadece olmuş bitmişi değil, olup biteceği de anlamaya yarıyor. Zaten sosyal bilimlerde bu modellerin ana işlevi budur; bugünü anlamak, gelecekte olabilecekleri de öngörülebilir kılmak. O sebeple Başımıza bu ÖTV zammı gibi bir şok daha gelmezse, kısmetse Cuma’ya hasbihale yine oradan devam ederiz. Aslında Türkiye’nin gündeminden yeknesaklık beklemek zordur. Tabii bir yandan da bu büyük vergi artışlarının beklenmedik bir yanı da yok. Zam zarureti 2018’den bu yana yapılan ekonomi siyaseti tercihleri tahtında gayet beklendik, hatta ekonomi bilimi açısından deterministik olarak kaçınılmaz nitelikte. Ancak, “görece ani tecrübe ettiğimiz ve etkileri itibariyle derin bir şok daha yaşamazsak” şeklinde bir istisna tanımlayarak, yine de sözüm söz diyorum. Ne yazık bu tanımladığım istisnanın (ayrıksı durum) artık müstesna (benzerine az rastlanır) bir tarafının kalmadığını da bilerek…

Okuyacağınız analiz bütünüyle matematiksel. Çıkarsanabilecek neredeyse tüm sonuçların siyasal bağlamda okunabilecek olmasıysa, siyasi sonuç üretme potansiyeli, benim siyaset yapma hevesimden değil, konunun doğasından ve Türkiye’de mevcut siyasetin rakamlarla kavgasından kaynaklı… Başlayalım.

İlkin, fiyat artışının nedeni petrolün dünya piyasalarında fiyatının artmış olması, fırsatçılar, hatta, o da izlenen ekonomik siyasetin doğrudan sonucu olan, kur artışları bile değil. Bütünüyle ÖTV artışı kaynaklı. Bu artışla birlikte akaryakıt fiyatları benzin ve motorinde litre başına yaklaşık 6 TL yükseldi. Böylelikle ÖTV tutarı 95 oktan kurşunsuz benzinde 7,5265 TL, 98 oktan kurşunsuz benzinde 7,8899 TL ve motorinde 7,0559 TL oldu. Bunun sonucu olarak söz konusu ürünlerde vergi meblağı, Temmuz 2021 yazında bu üç ürün için ödediğimiz litre fiyatına eşit hale geldi. Yani çok değil iki yıl önce, Türkiye “kopmadan”, “yükselen Türkiye” olmadan, önce 1 litre akaryakıt aldığınız parayı bugün sadece ÖTV olarak ödüyorsunuz. Üstelik o 1 litrenin fiyatının içerisine KDV de dahildi. Bir de şu var 2021 senesinde asgari ücret Ocak ayında ve bir defa belirlenmişti. Net 2.825 TL idi. Bu asgari ücretle 16 Temmuz 2021’de 365 litre 95 oktan benzin alınabiliyordu. Ortalama araç deposu yaklaşık 50 litre büyüklüğünde. Bu durumda asgari ücret ile 7,3 defa araç deposu doldurmak mümkündü. Seçimden hemen önce, Mayıs 2023’de geçerli asgari ücret 8.506,8 TL’idi. 12 Mayıs 2023 tarihinde 95 oktan benzinin litresi 19,81TL’idi. Bu ücretle 432 litre benzin alınabiliyor, ortalama depo 8,6 defa doldurulabiliyordu. Temmuz 2023’de asgari ücret 11.402 TL’ye yükseltildi. Ancak, şimdi bu ücretle 327,5 litre benzin alınabiliyor. Bir başka ifadeyle depo 6,5 defa doldurulabiliyor. Bunun 2.462 TL’si vergi. Söz konusu 2.462 TL’nin 1.637,5 TL’si (%66,5’luk kısmı) yeni ÖTV zammından mütevellit. Bir başka deyişle 6,5 deponun yaklaşık 1,5 deposunu ( yaklaşık %23’üne denk geliyor) ÖTV olarak ödüyoruz. Burada da fiyata dahil KDV’yi, vergi toplamını ifade bakımından, hesaplamalara eklemediğimi de söyleyeyim. O oran da sekiz gün önce %18’den % 20’ye çıktı.

Enflasyona “zinhar ezdirilmeyen” asgari ücretlinin, ücretiyle alabildiği benzine göre fiyat artışları karşısındaki kaybı, 2021 Temmuz’una göre % 11; seçimden hemen öncesine, 2023 Mayıs’ına, göre % 24,2. Daha yeni, 20 Haziran 2023’te, %34,04 asgari ücret zammı yapıldıktan sonra getirilen vergilerle oldu bu. Asgari ücretle erdik muradımıza, artık kim çıkarsa çıksın kerevetine. Netice itibariyle 16 Temmuz 2021’den 16 Temmuz 2023’e kadar, sadece 95 oktan benzini baz alarak, akaryakıta gelen zammı hesapladığımızda oran 4,4 kat veya % 340. Dahası, Brent petrol 2021’in 16 Temmuz günü varil başına 73,59 Amerikan dolarıydı. 14 Temmuz 2023 Cuma günü Brent petrolün piyasa kapanış fiyatıysa 79,87 Amerikan doları. Yani Temmuz 2021 – Temmuz 2023 petroldeki fiyat artışı % 8,5. Kısaca, başta söylediğim gibi, konunun emtia fiyatları, dünyadaki kriz, küresel enflasyonla vs. alakası yok.

Bu artışın gerekçesi olarak, “deprem felaketi için gereken ek kaynak” gösteriliyor. Bu da doğrudur kuşkusuz. Orada tahmini rakamlar 65 ila 85 milyar Amerikan doları arasında. 1999 Marmara Depremi sonrası geçici olarak getirilen, fakat sonradan kalıcı hale gelerek kamuoyunda “Deprem Vergisi” olarak bilinen, Özel İletişim Vergisi (ÖİV) marifetiyle toplanan para 2022 sonuna kadar yaklaşık 38,5 milyar Amerikan doları olmuş. Bu para bugün kullanılabilir olsaydı ek kaynak gereksiniminin maliyetinin halka yansıyışı daha düşük olmayacak mıydı? Tamam, “hazine birliği” gereği bu para başka yerlerde “halka hizmet” için kullanılmış olabilir. Veya aynı dönemde, Kahramanmaraş depremine bakarsak ürettiği sonuçlar tartışmalı olmakla birlikte, mesela 2011’den bu yana kısmen AFAD bütçesinin finansmanı için de harcanmış olabilir. Hepsi kabulüm.

Ama unutmamak gerek, bu vergi geçici bir vergiydi. Normal olarak son yirmi yılda çoktan kaldırılmış olması gerekti. Onunla finanse edilen işler için kaynak bulmak hiç kuşkusuz o yatırımları planlayanların işiydi. Neticede siyaseten bunların getirdiği itibara talip olanların esas beceriyi burada, kaynak bulmak noktasında, göstermeleri beklenmez mi? Hepsinin de ötesinde izlenmesi mümkün olan “rasyonel” ekonomi politikaları marifetiyle, getirilen diğer ek vergilerle ve sağlam, yedek akçesi bulunan (mesela KKM yükü olmayan, Merkez Bankası rezervleri tükenmemiş), rekabetçi bir ekonomiyle bu reçete bu kadar acı olmayacaktı. O da muhakkak…           

Bir de burada anlatılanlar ekonomi politikalarında bir kırılma olarak nitelenmesi doğru olacak olan 2018 sonrasına ilişkin. Bu bakımdan 2000’li yılların başına ilişkin benzer kıyaslamalar da benzer gelir grubundaki ülkelerle, ya da Avrupa’nın diğer ülkelerini içine alarak yapılan mukayeseler de çok isabetli olmayacaktır. Zira bu arada, hesaplama düzeltmeleri, baskılanmış kurlar vs. arasında, dolar cinsinden kişi başı milli gelir de 3 kat arttı. Bunun bir etkisi elbette olacaktı. Öte yandan asgari ücret bakımından Avrupa da son beş ülke içerisinde gidip geldiğimizi de hatırlamak lazım. Bunlar rakam. Bunlarla tartışmak ancak tezvirat yapmakla olur. Aksi mümkün değil. Şimdi canı “La Fontaine’den Masallar” anlatmak isteyenler elbette anlatabilirler. Ama gerçek çıplak ve bu kadar açık. Çok net anlatmak lazım. Eleştirilen şey “acı reçete” değil. Zaten acı reçete bugünkü haliyle bir sebep değil bir sonuç. Kur artışı, vergi artışı, para arayışları ve bunlara eşlik eden tavizler, dış politika ve ekonomideki “Büyük Düzeltme”ler, bir zaruret neticesinde, “mecburen, mecburiyetten” (İhtiram parantezi: Sevgili Özkan Uğur’a saygıyla). Eleştiri tüm bu birikmiş maliyetleri yaratan politik tercihlere dair. Hadi diyelim onlar da geçti, bitti. Amaç hasıl oldu. Zafere giden yolda her şey mubah. Ne olsa bu tercihler sayesinde seçimler kaybedildi, kazanıldı. Eleştiri bu tercihler yapılırken sürdürülen hoyrat ısrara. Bir de şimdi artık içerisinde yaşadığımız için esasen inkâr edilemez olan bu berbat sonuçlara ilişkin uyarıda bulunanların, şeytanlaştırılmasına, marjinalize edilmesine dair hiçbir pişmanlık duyulmadan sürdürülen söylemlere. Ve tabii tüm bunların hala, bin bir mazeret ve süslemeyle bir başarı hikayesi olarak anlatılmaya çalışılmasıyla devam eden kandırmacaya.

Yanlış anlaşılmasın, kimse özür beklemiyor. Bunun eşyanın tabiatına aykırı olduğunu elbette herkes anlıyor. Ancak bu kandırmaca dilde devam ettiği müddetçe zihin gerçekten hatasını kabul etmeyecek, akıl doğru çalışsa da eylem ya eksik ya kısıtlı olacak, en önemlisi de inandırıcı olamayacak. Neticede halkın ve ülkenin birikimlerine el uzatmaktan başka çare de kalmayacak. Kaygı burada…

Tüm yazılarını göster