Geçen hafta dünya 21. yüzyılın meseleleri ile uğraşırken Türkiye yine kendisine geçen yüzyıldan kalma bir meşgale buldu. 2010 yılındaki anayasa değişikliği ile tanınan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, tartışmanın bahanesi oldu.
Yargıtay 3.Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararını takmama ve hatta Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararının nedeni ile ilgili bir sürü “rasyonel” açıklama okuduk. Ama malum, zırva tevil kaldırmaz. Öncelikle hadise hukukla alakalı değil. Ne oldu? Yargıtay kurallara uygun davranmadı; aynen geçmişte başka kurumların yapmış oldukları gibi “Can Atalay kararı” ile durumdan vazife çıkardı. Eski hastalıklarımız geri geldi. Doğrusu ben hadisenin içeriğinden bağımsız olarak okunması gerektiğini ve son derece “duygusal” nedenlerle alınmış olduğunu düşünüyorum.
Biz burada dünyanın normal tarafında meseleleri mesele haline getirirken kasım ayının başında İngiltere’de Bletchley Park’ta yapılan toplantıda “yapay zekâ’yı (AI) ne yapacağız?” konusu tartışılıyordu. Sanki AI konusunda öncülük İngiltere’de kalmasın diye ekim ayının sonunda Beyaz Saray’da Amerikan Başkanı Biden, AI konusunda bir kararname (executive order) yayımladı.
Önce ülkemizde Yargıtay’ın başlattığı hukuki olmadığı her tarafından belli olan itişmeye bir bakayım, sonra da acaba AI vasıtasıyla robo-hâkimler Türkiye’de Yargıtay’ın yerini alabilir mi ve robo-hâkimler dönemi bugünden farklı mı olur diye, otonom vasıtalar (OV) deneyimi hakkında birkaç not ekleyeyim. AI sürecinde ortaya çıkacak robo-hâkimleri bugünkü hâkimlere, onların verdikleri kararlara ve davranış biçimlerine bakarak eğitirsek sizce ortaya ne çıkar? Azıcık anlatayım, aklınızda bulunsun.
Türkiye, dün emeği ucuzlatarak bir sıçrama yaptı, sanayi Avrupa’dan Anadolu’ya doğru yürüdü. Şimdi daha yüksek teknolojili, katma değeri yüksek bir üretim kapasitesi istiyorsak öncelikle adaletin maliyetini ucuzlatmamız gerekiyor. Hak aramanın zor değil, kolay olması önem taşıyor. Türkiye’de iş yapma maliyetini ucuzlatmamız gerekiyor. Bunun için makroekonomik dalgalanmaları azaltmayı temel hedef olarak gören bir ekonomi yönetimi anlayışı gerekiyor. Türkiye’de iş yapma maliyetini azaltabilmek için yolsuzlukları da pahalılaştırmamız gerekiyor.
Seçimden sonra ortaya çıkan yeni politika çerçevesi, aslında tüm bu noktaları içeriyor bana sorarsanız. Uyuşturucu şebekeleri ile başlayan yoğun mücadeleyi, adalet sistemi içindeki yolsuzluklarla mücadele girişimini ben bu çerçevede görüyorum. Bunlar başarısız olursa istikrar arayışı, makul ekonomi politikalarına dönme arayışı da başarısız olur. Ne olur? Ne yabancı ne yerli, Türkiye’de kimse yirmi yıl sonra getirisini almak üzere bugünden yatırım yapmaz. Aynı Rusya’da yapmadığı gibi.
Hâlbuki yapılacaklar ortada: Eğitimin maliyetini düşür, adaletin maliyetini düşür, yolsuzluk yapmanın maliyetini yükselt. Çok mu zor? Bana kolay geliyordu ama Yargıtay kararı ile başlayan tartışma zorlukları tek tek, isim isim tanımamıza olanak tanıdı, bana sorarsanız. Hayırlı oldu aslında. Zorluğu ve sıkıntının kaynaklarını gördük. Şimdi vazife ortada, bu durumu değiştiremezsek CDS risk primleri 200’ün altına inmez, enflasyon bekleyişleri 15’in altına gerilemez. Ne olur? Türkiye, Arjantin olur.
AI ile ilgili tartışmalar bugün bir dizi anekdot üzerinden yürüyor aslında. Genellikle kendi kendine hareket eden, kendi kendine karar veren, önüne çıkan engelleri kendi kendine aşıp hedefine doğru yürüyebilen, “düşünen” robotların, makinelerin olduğu bir sürecin olası tehlikelerini tartışıyoruz.
Neden tartışıyoruz? Çünkü zaten aramızdalar ve süratle yaygınlaşıyor yeni teknoloji. Bu nedenle Avrupa Birliği, AI kullanımı ve robotları dikkate alarak ürün standartlarını yeniden tanımlama yolunda çalışmalar yapıyor. Neden? Yeni teknolojinin yol açabileceği tehlikeleri sınırlandırmak için elbette.
Peki, AI söz konusu olduğunda “düşünen” robotlar nasıl öğreniyor? Farklı şirketlerin farklı yöntemleri var. 27 Ekim tarihli İngiliz Financial Times gazetesinde Gillian Tett, “Robotları kötü alışkanlıklarımızla eğitmeyin” (Don’t train robots with bad human habits) yazısında konuyu çok güzel anlatıyordu, öneririm.
Waymo, Alphabet’in sahip olduğu bir OV şirketi. Waymo’nun otonom vasıtaları Phoneix, Arizona’da yaklaşık iki yıldır trafikte zaten. Waymo, araçları yöneten robotu “karayolları trafik yönetmeliği” ile eğitiyor. OV, bu çerçevede, her kırmızı ışıkta duruyor. Her dönüş öncesinde sinyal veriyor. Aracın arkasından gelen insan-şoförleri sinir edebiliyor robo-şoförler.
Hâlbuki Amerika’da 2022 yılında yaklaşık 4,4 milyon Amerikalı insan-şoför kırmızı ışığı takmayıp geçmiş. Durumdan vazife çıkaran insan-şoförlerin kırmızı ışıkta durmayarak yol açtığı trafik kazalarında 2008-2021 arasında 11,000 kişi hayatını kaybetmiş. Türkiye rakamlarını arayınca bulamadım. Şimdilik Amerikan rakamları ile idare edin. Şimdilerde robo-şoförler sayesinde Phoneix’te insan-şoförlerin de trafik kurallarına daha dikkatli uydukları söyleniyor. Bu robo-şoförlere bakarak edinilen yeni bir davranış biçimi mi göreceğiz?
Ama Waymo robo-şoförlerine kural setini öğretirken Elon Musk’ın Tesla’sı robo-şoförlerine insan-şoförlerin “doğru” kararlarına dayalı bir eğitim veriyormuş. Musk’ın kendisine sorsanız amaç kırmızı ışıkta durmak değil, trafik güvenliği diyebilir tabii. Ama burada robo-şoförleri hangi doğruya dayalı olarak eğittiğiniz, doğrunun ne olduğu önemli. Geçen iki haftanın AI tartışmaları da burada doğrunun ne olduğuna odaklanmış görünüyor.
Şimdi hadiseye şöyle bakalım: Hukuk alanında, AI kullanımı hızla yaygınlaşıyor. Hâkimlerin verdikleri kararları gözden geçiren robo-hâkimler dönemine uzak değiliz. Ne olacak? Önce adalet bakanlıklarında ve bana kalırsa Yargıtay benzeri kurumlarda uygulama yaygınlaşacak. Hâkimlerin verdikleri kararları tetkik işini robo-hâkimler üstlenecek. Etik amaçla, yolsuzlukla mücadele için işe başlayacaklar. Bu tür uygulamalar zaten başlamış görünüyor. Sonra zamanla, insan-hâkimlerin verdikleri kararları düzeltme işinde onları kullanacağız.
Soru nedir? AI sürecinde, tetkik işini üstlenen, yolsuzlukla mücadele eden robo-hâkimleri nasıl eğiteceğiz? Eğer robo-hâkimler kötü insan-hâkimlerin veri seti kullanılarak eğitilecekse zaten bugünkü hataların devamlılığını sağlayacaklar. Burada robo-hâkimlerin eğitimi için kullanılacak verilerdeki iyi ile kötüye kim karar verecek? Robo-hâkimler bugünkü hâkimlerin veri seti doğru kabul edilerek eğitilirse sonuçta ne olur? Yine bu Yargıtay kararı olur. Girdi neyse çıktı da öyle olur. Malum, makine aslında bizim bildiğimiz anlamda düşünmüyor.
Aslında giderek daha fazla memleketin bu hayali gündeminin bir nevi “cambaza bak cambaza” numarası olduğunu düşünüyorum doğrusu. Hani eskiden kurulan panayır yerlerinde, yankesiciler “cambaza bak cambaza, yahu nasıl yapıyor, şimdi düşecek” diye yanına yaklaştıklarının cüzdanını çalarlarmış. Vaziyet ayniyle vaki.
Bugün tek bir grafik koyayım buraya siz bakın. Grafik ülke ülke yurt dışına göç eden yapay zekâ uzmanlarını gösteriyor. Kaybedenler arasında Türkiye birinci. Siz Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki itişmenin memleketin en önemli meselesi olduğunu düşünüyor olabilirsiniz ama ben öyle düşünmüyorum.
2008’den beri siyaset ekonominin önüne geçti ve Türkiye reform yapma azmi ile birlikte uluslararası rekabet gücünü de kaybetmeye başladı. Bu hızlı dönüşüm sürecinde hiçbir ülke insan kaynaklarına gereken yatırımı yapmadı. Türkiye, bu nedenle de iyi üniversite mezunlarını süratle kaybediyor.
Kötü değil bu, iyi. Gitsinler öğrensinler, yine gelirler, nasıl olsa annelerinin yemekleri burada. Kötü olan, bu çocukların mezun olduğu üniversitelerde kötü yönetimden kaynaklanan yıkımın etkileri görünür hale geldiğinde çok geç olacak.
Şimdi bile bu mezunların bir bölümü ile burada yeniden yapılan değer zincirlerine entegre olmamızı sağlayacak adımlar atabiliriz ama yöneticilerimiz birbirleriyle ilgilenmekten memleketin meselelerine odaklanamıyorlar doğrusu. Sonra yine LG, Koç ve Ford ile yapacağı batarya fabrikası işinden neden vazgeçti, neden geçen yıl Polonya’daki yatırımın kapasitesini iki katına çıkardılar filan diye şaşırıyoruz? Biz daha çok şaşırırız canım.
Biz burada kendi içimizde “Hayriye Hanım gibi bu tezgâhlardan bize ne, ağzımızın tadı bozulmasın, Ali Rıza Bey” dedikçe, atı alan fezayı geçerken Türk asrı olmaya aday 21. asrı kaybetme yolundayız, haberiniz olsun. Bu işi de 2023 hedeflerine benzetmeyelim, lütfen.