6 Şubat 2023 gecesi ve öğleni Kahramanmaraş ve 10 ilimizde meydana gelen yüzyılın depreminin artçı ve kalıcı sarsıntıları devam ediyor. Bu sarsıntıların daha uzun süreli ve bir o kadar da yıkıcı olacağı anlaşılıyor.
Söz konusu depremin öncüleri hep geliyordu, ama biz görmezlikten geliyorduk. Eskilerin deyimiyle büyük bir tevafuk olmuştu. Örneğin geçen hafta yazımızı pazar günü kaleme almıştık ve Türkiye’nin yolsuzluk listesinde giderek en alt sıralara düştüğünü söylemiştik. Berlin merkezli bağımsız bir yapı olan Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayımladığı “yolsuzluk algı anketi” sonuçlarına göre Türkiye alt sıralara doğru düşmeye devam ediyordu. Ülkemizin yolsuzluk puanı 100 üzerinden 36 idi ve 180 ülke arasında 109 sıraya gerilemişti. Sağımızda solumuzda önümüzde arkamızda olan çok sayıda ülkenin puanı bizden çok daha iyi sıralarda idi…
Elbette bu sıralamanın böyle bir tabii depremle sonuçları somutlaşacaktı. Hangi gelişmiş ülkede böyle bir yıkıcı sonuç olabilirdi? Kader planı(!) onlar için yok muydu?...
Bu sarsıntılar; bir yandan artçı sarsıntılar olarak fiilen sürerken bir yandan da ekonomik, sosyolojik, psikolojik, psiko-sosyal ve siyasal nitelikleriyle giderek şiddetleneceğe benziyor. Nitekim IMF Başkanı Kristalina Georgieva, geçtiğimiz günlerde Dubai’deki “Arap Mali Forumu”nda, depremin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisinin büyük olacağını söylüyor.
Çok yakın zamanda artık bu sarsıntı boyutunu da aşan yıkımın mali boyutları ve özellikle de finansmanı gündeme gelecek. Aslında dünyanın tüm kalanından gelen ayni ve nakdi yardımlar devam edecek; ama unutmayalım ki “taşıma suyla değirmen dönmez” gerçeği karşımıza geçecek. Nasıl olsa “eller cebe” olacak. Yani kendi yağımızla kavrulacağız, kendi yaramızı kendimiz sarmaya çalışacağız.
Dolayısıyla çok yakın bir zamanda bu depremin yarattığı yıkıntıların imarı ve diğer sosyal yatırım konuları gündeme gelecek. Eski bir Maliyeci ve Hazineci olarak bize de bazı gazeteciler bu soruları sormaya başladılar bile… Zamanı geldiğinde bunlar konuşulacak, yazılacak.
Bu vesileyle bugünkü depremi anımsatan ve bizzat içinde bulunduğumuz bir yaşanmışlığı gündeme getirelim istedik.
Konunun merkezinde dönemin Başbakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu var.
Malum, Abdullah Gül sonrasında Ağustos 2014’de Cumhurbaşkanlığı’na Recep Tayip Erdoğan seçilmişti. O zamanki parlamenter sistem gereği olarak Başbakanlık koltuğuna da 6 Eylül 2014 tarihinde Davutoğlu oturmuştu. Davutoğlu’nun başbakanlığı 20 ay sürmüş ve gidişi de sancılı olmuştu.
Açık söylemek gerekirse o dönemde Erdoğan ile Davutoğlu’nun ilişkilerinin kavgalı sonlanmasında aşağıda özetleyeceğimiz anekdot veya yaşanmışlık da etkili oldu.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun Ocak 2015’de gündeme getirdiği konulardan birisi de “Şeffaflık Paketi” idi. Hükümetin üzerinde çalıştığı ve gönülden önem verdiği bu paketin içerisinde “İmar Mevzuatı” da vardı.
Davutoğlu, o günlerde Ankara’nın en büyük ve lüks otelinde bir toplantı planlamıştı. Toplantıya Davutoğlu’nun yanında 8 Bakanı (dönemin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce ve diğerleri) ile INTES Başkanı Celal Koloğlu ve dönemin TMB Başkanı Mithat Yenigün de katılmıştı. Toplantının asıl katılımcıları Türkiye’nin aklınıza gelen en büyük ve güçlü müteahhitleri idi. Yani kamuoyundan bildiğiniz, tanıdığınız her türlü üne ve şana sahip kişiler.
Toplantının konusu, Hükümetin “Şeffaflık Paketi” içerisinde yer alan “İmar Mevzuatı” değişikliği idi. Davutoğlu ve Babacan konuşmalarında bu konunun önemini vurgulamışlardı. Davutoğlu o zaman benzer ifadelerle ve ısrarla şunları söylemişti:
“İmar Kanunu ile;
- İmar planlarının yapım süreçlerini daha saydam yapacağız,
- İmar uygulamalarının daha adil ve hızlı yapılmasını sağlayacağız,
- İmar planı değişiklikleri sonucunda değer artışından belediyelerin pay almasını sağlayacağız”.
İmar ile ilgili oluşturulacak kaynağın adını da “Değer Artış Payı” olarak koymuştu.
O sırada toplantıda bulunan biri olarak müteahhitlerin yaşadığı şoku ve birbirlerine bakışını unutamıyoruz. Salon adeta buz kesmişti. Hatta farkında olmadan sağımda ve solumda oturan bir iş adamı ile bir üst düzey bürokrata “bu iş buraya kadar” demiştim.
Nitekim hem aynı gün ve hem de iki gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle bir paketin olamayacağını çok net ve sert dille söyleyerek bir daha açılmamak üzere kapatılmasını sağlamıştı.
Aslında bu çıkış karşılıksız da kalmadı, daha sonra yarım yamalak ve teorisinden uzak ve bizim tanımlamamızla ürkek ve melez bir “Değerli Konut Vergisi” getirildi. İşin yeni yaklaşım arka plan çalışmaları da devam ediyor.
Dolayısıyla Ahmet Davutoğlu’nun depremi, kentsel rantlardan “değer artış payı alma” sevdası olmuştu!... Umarız bu deprem de pervasız ve yanlış gidişin sonu olur.