Âheste çek kürekleri…

Ahmet Kasım HAN KAVANOZUN DİBİ

Ülkenin gündemi ışık hızında değişiyor. Uzun dönemli etkileri olacak kimi gelişmeleri zamanında değerlendirmek bu açıdan bir zorunluluk. Bu sebeple haftanın bu ilk yazısını güncel gelişmelere ayırma gereksinimi hissediyorum. Müsaadenizle, ekonomi ve dış politikanın seçim öncesi ve sonrası büyük dönüşümünü neden – sonuç ve amaç – araç ilişkileri bağlamında anlamlı kılmayı sağlayacak bir kavramsal modeli, olaylarla olguları bağlayarak anlatmaya çalıştığım, “Büyük Düzeltmeserisine bu yazılık ara vereceğiz.

Geçen hafta, Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece yarısı, son dönemin en iddialı insan kaynakları hamlelerinden birine şahit olduk. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkan Yardımcılıklarına Cevdet Akçay, Fatih Karahan ve Hatice Karahan getirildi. Piyasada, izlenen ekonomi politikasına genellikle eleştirel yaklaşan uzmanlar dahil, bu atamalar olumlu bulundu. Aynı tedbirli iyimserliği paylaştığımı ifade edeyim. (Dahası parantezi: İşin doğrusu bana sorarsanız seçim sonrası oluşmuş mevcut kabine de ortalamada bir öncekinden daha kuvvetli.) Bu noktada Sayın İris Cibre’nin ifadesini temel alarak şu özet yorumu yapabilirim: Yeni Başkan Yardımcılarının, bütünüyle özgür davranabileceklerine kani olmamakla birlikte, liyakat ve yetkinlik bakımından ikna kabiliyetlerinin daha yüksek olduğu düşüncesindeyim. Buna mukabil bir önceki kadroya göre dezavantajları da olabilir. Arkalarındaki siyasi destek yarım gönüllü mü değil mi göreceğiz. Buradaki temel unsur önümüzdeki yerel seçimlerin yarattığı seçmen baskısı. Bu baskıyı dengelerken yed-i emin rolünün de esas itibariyle Sayın Hatice Karahan’a ait olacağı anlaşılıyor. Bu noktada Hafize Gaye Erkan ve Hatice Karahan dinamiği de önemli olacak. Her iki hanımefendinin isimlerinin anlamlarından yola çıkarsak, (İletişim stratejisi ve komplo teorileri parantezi: Malumunuz algının “bizden”lik hissine yol açması bakımından bu mevzu önemli. Ayrıca, biz öyle dergi kapağından türetme komplo teorilerinden dünyalar kurmayı da severiz. Eksik mi kalayım şimdi ben?!)  mümtâze (seçilmiş, seçkin) muhafız’ın yanına sâbıktan (geçmişten, geçmişi olandan) itibarlı bir yardımcı verilerek yine bir denge gözetildi diyebiliriz. 

Söz konusu atamalar oyunu yeniden başlatmak için bir zemin sağlama potansiyeline sahip. İşin bu tarafından baktığımızda bir fırsat var. Öte yandan, atamalar sonrası ortaya çıkan manzaraya bakarak, görmemiz ve anlamamız gereken eşit derecede önemli bir başka konu daha var. Geçmiş dönemin heterodoks takılan ortodoks ekonomi politikasında, “sahibinden ihtiyaçtan” yapılan tornistanı müteakip, yarım yol girişilen dönüşümün risk ve getiri analizinin ne gösterdiği.

CDS (Credit Default Swap – Kredi Temerrüt Takası) bu noktada önemli bir gösterge. CDS’in işlevi ülkenin borç ödeme performansı riskini ölçmek. Alınan kredinin borcu alan ülke tarafından ödenmemesinin riskini üstlenmenin bedeli CDS. Borcun ödenememesi olasılığına ilişkin bir veri teşkil ediyor. Elbette bu ezbere yapılmıyor. Böylelikle CDS söz konusu riski, ilgili ülke, örneğin Türkiye, ekonomisi üzerinde yarattıkları etkiler bağlamında, küresel iktisadi koşullar ve, yine ilgili ülkenin, temel ekonomik göstergelere yansıyan iktisadi durumuyla ilişkilendirmiş oluyor. Buraya bakıldığında ilk söylenebilecek olan Mehmet Şimşek atamasından bu yana CDS’in seyrinin olumlu olduğu. Türkiye’nin 5 yıllık CDS’i bu günlerde, 379lar düzeyiyle son bir yılın en düşük seviyesinde. Peki bu iyi mi? 

Vallahi, Temmuz 2022’de patlattığımız 900’ler seviyesine göre, müthiş de diyebilirsiniz. Bu haliyle, hala “Kuvvetli Sat” tavsiyesine şayan durumda olduğundan dem vurarak, sert de eleştirebilirsiniz. “Daha iyi olacak inşallah”, “yeni başladık”, “durmak yok yola devam”, vs. diyerek umudu da besleyebilirsiniz. Artık içinizde yaşattığınız Pollyanna’nın rengine (Hazır popülerken Barbie parantezi: Toz pembeden, fuşyaya oradan eflatuna seçin artık.) ve sizin meşrebinize (yaradılışınıza) kalmış. Seçimi yaparken şu bilgiyi de yardımcı olur umuduyla vereyim: ABD’nin 5 yıllık CDS’i bugünler itibariyle, 35’lerde (Laf aramızda parantezi: Bizi şiddetle kıskandığı cümlemize malum Almanya’nınki 14.85!) Ama dedim ya, neticede trend ortada bir potansiyelin var olduğunu teyit eder nitelikte.

Ancak, tüm bu potansiyel ihtiva eden zeminin, gerçek ve kalıcı faydaya dönüşmesinin önünde iki kısıt mevcut. Bunlardan ilki siyasetin tercihleri. İkincisiyse ekonominin kırılganlık düzeyi. İkinciye ilişkin yorumları bir başka yazıya bırakarak, bu yazıda ilkinden bahsedeceğim.

İktidarın önümüzdeki yerel seçimlere kadar bugüne dek izlenen ekonomik tercihlerin yanlışlığını kabullenmeye hazır olmadığı, işi ağırdan alacağı, belli. Bu okumayı iki boyutlu olarak yapmak mümkün. Uygulamada, ekonomide yapılan tercihlerin toplumsal ve ekonomik bedelinin tüm çıplaklığıyla ortaya dökülmesini yerel seçimlerden sonraya ertelemek için mümkün tüm yolların tüketileceği açık. Söylemde, hasarın sorumluluğunu üstlenmek, kendi tercihlerinden kaynaklanıyor olduğunu kabul etmek, siyasi maliyet içeriyor. Bunun bütünüyle yapılması, zamandan, milattan bağımsız pek mümkün değil.

Siyasi pratik ve söylem açısından bu kadar büyük bir tenakuzun (çelişkinin) ortaya dökülmesi, iktidarın sahip olduğu algıyı belirleme gücünün kapatma kudreti için bile fazla olacaktır. Gereksiz yere virajda arabayı devirmenin alemi yok, düşüncesi doğal olarak galebe çalacaktır. Kuşkusuz böylelikle maliyetler de büyüyecek ama hepimize malum(!) olduğu gibi hikmet-i siyaset, ve dahi hükûmet, kendine göre bir mantık dayatır. Ayrıca, artık maliyet o kadar tahammülü güç biçimde büyüdü ki, piyasaların ve geniş kesimlerden oluşan ekonominin aktörlerinin derdi geçmişle hesaplaşmaktan çok, geminin daha fazla su almadan limana getirilmesi. Vatandaşın derdi ve gündemi, hesap sormaktan çok, günü ve geleceğini kurtarmağa sıkıştı. Durum sıkıntılı. Ancak, gerçek şu ki bu durumun siyasete açtığı bir alan da var. Ve siyaset de, siyaset olmanın doğası gereği, bu alanı kullanacaktır.

Sonuçta ekonomi yönetimimiz bu aralar Yahya Kemal Beyatlı’nın “Çubuklu Gazeli” misali; 

Âheste çek kürekleri mehtâb uyanmasın,

Bir âlem-i hayâle dalan âb uyanmasın.

Âğuş'u nev-bahâr'da, hâbîdedir cihân;
Sürsün sabâh-ı haşr'e kadar, hâb uyanmasın.

(Kürekleri yavaş çek mehtap uyanmasın; Bir hayal alemine dalan su uyanmasın. İlkbaharın kucağında uykudadır dünya; Mahşer sabahına kadar sürsün, uyku [bile] uyanmasın.)

Ezcümle iktisadiyatımız (devletin ekonomik durumu), “aman, sakın kimse uyanmasın” temposunda, sallan yuvarlan (muddle through) gidiyor. Diliyorum sabahı tatlı gelir. Zira, sabah mahşere kadar her gün doğumunda er geç ve illaki gelecektir. Kaçınmak mümkün değil…

Tüm yazılarını göster