Genelde Türk insanının yüzü Avrupa’ya ve ABD’ye dönüktür; girişimcilerimiz dünyanın diğer bölgeleri ile daha az ilgilenir. Oysa konu uluslararası ticaret ise Türkiye diğer bölgelerle ve kıtalarla da ilgisini yüksek tutmalıdır.
15 Eylül tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Türkiye Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı ile Afrika Kıtası Serbest Ticaret Bölgesi Sekretaryası Arasında İşbirliğine Dair Mutabakat Zaptı”nı onaylayan 6081 karar eki zabıt Türkiye ile Afrika Serbest Ticaret Bölgesi (AfCTA) arasında işbirliği yapılmasına ilişkin niyet beyanını içeriyor. Odaklanması öngörülen iş birliği alanları ise tercihli mal ve hizmet ticareti hakkında tecrübe paylaşımı, ticaretin kolaylaştırılması, gümrük prosedürleri, teknik mevzuat uyum süreçleri ve uygunluk değerlendirmesi alanlarının yanı sıra, AfCTA’da kapasite inşasının desteklenmesini, sınai kalkınma ve bölgesel değer zinciri gelişimi için iş birliği yapılmasını, Türkiye ile Afrika arasındaki ticaret ve yatırımın kolaylaştırılması çalışmaları ile özel sektör ortaklıklarının desteklenmesini içeriyor.
Metnin III/2 maddesindeki “Bu mutabakat zaptındaki hiçbir şey, herhangi bir tarafı yasal çerçevede değişikliğe gitme yükümlülüğü getirecek şekilde yorumlanmayacaktır” şeklindeki ifade, anılan Zaptın ilişkileri geliştirme niyetini belirtmekten başka bir anlam taşımadığını açıkça ortaya koyuyor.
Bununla birlikte, Türkiye ile AfCFTA arasındaki ilk resmi mutabakat metni olmasının da metne değer kazandırdığını belirtmeliyiz.
Tümü sömürge iken 1950-1960 yılları arasında bağımsızlığına kavuşabilen Afrika ülkelerinde batı ülkelerine karşı “molla, kendini kolla” refleksi çok gelişmiş durumdadır. Bugün kendileri ile karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı bir ticari sözleşme yapılmak istendiğinde bile, “acaba kazıklanıyor muyum” endişesi hep yüreğindedir Afrika insanının.
Bu refleksin varlığına bizzat şahit olmuştum. Mısır’a yaptığım seyahatte bu ülkenin bürokratları veya iş adamları bize son derece mesafeli durur iken, daha önce Osmanlıdan ya da Türkiye’den zarar görmemiş olan Nijerya’da bürokratlar ve iş insanları bizleri son derece sıcak karşılamış ve içtenlikle iş birliğine hazır olduklarını ifade etmişlerdi. Bu bakımdan, özellikle Sahra-altı Afrika Türkiye için ticareti geliştirme alanı olarak ön alabilir.
Dünya Bankası’na göre, nüfus ve hane gelir artışının bu şekilde seyretmesi halinde 3030 yılında Afrika dünyanın en dinamik kıtası haline gelebilir. Kıtada 5 yaşını doldurmadan ölen çocuk sayısı azalmış ve örgün eğitim alan öğrenci sayısı artmış durumda. Kıtada bulunan tüm ülkelerde yaşanan ekonomik gelişme gittikçe büyüyen bir orta sınıf doğuruyor.
1960 yıllarından öncesinde sömürgeci ülkeler sadece kendi kontrolleri altındaki maden kaynakları ile bu madenleri yükleyecekleri limanlara kadar demiryolu inşa etmişti. Bu nedenle, kıta içi bağlantıları bulunmayan ve sadece kıyılarda sonlanan kısa erimli bir yol yapısına sahipti Afrika. Öte yandan, her ülke sömürgecilerin talep ettiği aynı cins ürünleri üretmek zorunda olduğundan, ne birbirlerine satabilecekleri bir ürüne sahipti ne de böyle bir ürün bulunsa da bunu bir ülkeden diğerine götürecek demiryolu veya karayolu şebekesine sahipti. Bu nedenle, kıta ülkelerinin birbirleri ile olan ticari ilişkileri de en alt düzeyde seyrediyordu.
Bugün bile, yüzde 10 seviyesinde seyreden kıta ülkeleri arasındaki ticaret, Afrika ülkelerini dışa bağımlı ve dolayısıyla küresel kapitalist krizlere çok daha duyarlı hale getiriyor. Bununla birlikte, aralarındaki ilişkilerin geliştirilmesi adına ilk olarak kıta içi demiryolu ve karayolu ağlarının oluşturulması gereği tüm kıta ülkesi yönetimleri tarafından benimsenmiş durumda. Ancak, köprü, viyadük, tünel gibi büyük inşaatların ciddi finansal kaynak gerektirdiğinin de bilincindeler.
Kıtada malların %80’ni ve yolcuların %90’ı karayollarından taşınıyor. Karayollarının %53’ü asfaltsız olduğundan araçlar fazla hız yapamıyor; bu durum “yol güvenliği” sorununu da doğruyor. Kıtada çoğunluğu Güney ve Kuzey Afrika’da bulunan ve 30 milyon km2 alanı kapsayan 84.000 km uzunluğunda tren yolu var. Afrika’da 64 liman bulunmakla birlikte bunların birçoğu büyük gemilerin yanaşmasına elverişli liman derinliğine ve yeterli ve donanıma sahip değil.
Kıtada güçlü bir ulaşım altyapısı olmaması, devletlerin kamu erkini etkin bir şekilde kullanmasını da önlüyor. Kanun dışı girişmelere zamanında müdahale edilemiyor, toplumsal kalkışmalar genişleme eğilimine girdikten sonra kolluk kuvvetleri olay mahalline erişebiliyor.
Bağımsızlıklarını kazanmaya başladıkları 1950’lerden itibaren Afrika ülkeleri altyapı yetersizliklerinin ve küçük ekonomilerinin kırılganlıklarının farkında ülkeler olarak “ekonomik rasyonalitenin” mecbur kıldığı yapısal dönüşümleri gerçekleştirebilmek amacıyla bölgeselleşme girişimlerine ağırlık verdiler.
Birkaç başarılı olmayan girişimden sonra 9 Mayıs 2009 tarihinde gerçekleşen 4. Afrika Entegrasyon Bakanları Konferansı’nda “Minimum Entegrasyon Programı” imzalandı. Bu doğrultuda, kıtanın tarihte gördüğü en büyük ve geniş kapsamlı entegrasyon örneği olan Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Antlaşması (African Continental Free Trade Agreement-AfCFTA) imzaya açıldı. Halen 36 ülke AfCFTA’yı imzalamış ve onaylamış durumda. An itibarıyla AfCFTA bölgesinde 1,3 milyar insan yaşıyor ve bölge 3,4 trilyon dolar pazar büyüklüğüne sahip. 2060 yılında AfCFTA’nın 2,75 milyar insanın yaşadığı ve 16 trilyon dolar pazar büyüklüğüne sahip bir yapıya dönüşmesi bekleniyor.
Böyle bir potansiyeli olan kıtada maalesef ülkemiz yeteri kadar pazar payı kapmış durumda değil. 2009 ila 2019 yılları arasında Türkiye’den Afrika’ya yapılan ihracat, 9,2 milyar dolardan 14,4 milyar dolara çıkarken, Türkiye kökenli yatırımlar da 2019 itibarıyla 46 milyar dolar tutarına erişmiş.
Oysa kıta ülkelerinde Türkiye’nin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu otomobil, tekstil, inşaat malzemeleri konusunda büyük bir talep patlaması var. Yanı sıra, Türk müteahhit firmaları bu kıtada büyük yol yapım ihalelerinden pay kapabilirler. Şu ana kadar AfCFTA’ya üye ülkelerde 450 milyar dolar değerinde 450 yol yapım projesi ihalesini başka ülkelerin müteahhitleri kazanmış durumda. Kıtaya yaptığımız yıllık 1 milyar dolarlık tekstil ihracatını rahatlıkla 5-10 milyar dolar düzeylerine çıkarabiliriz. 2017 yılında makine ve elektrikli ekipman ihracatında yakaladığımız 24,3 milyar dolar düzeyini yakalayıp rahatlıkla 50 milyar dolar düzeylerine çıkarabiliriz. Otomotiv sektörümüz kıtada ciddi bir pazar payı kapabilir.
Özellikle tarihinin hiçbir döneminde Türklerin sömürgesi olmamış bulunan Sahra-altı Afrika hem gönülleriyle hem bilgi ve donanıma olan açlığıyla Türk girişimcilerine kucak açmış durumda. Yapılacak tek şey en az Avrupa kadar Afrika’yı da ilgi alanımıza dahil etmek.